Neden yaşıyoruz bu kâbusu? (2)
Ekosistemde her şeyin bir bedeli vardır ve bu bedel er veya geç ödenir. Türkiye Cumhuriyeti de, kuruluşunda bu bedeli on binlerce insanın hayatı ile ödemiştir. Ayrıca; bugün har vurup harman savurduğumuz ulusal sermayeyi biriktirmek için o günlerde yapılan fedakârlıklar ve uygarlaşmak için sarf edilen çabalar da, ödenen yadsınamaz bedellerdir.
Birinci Dünya Savaşı sonunda; yurdu harabeye dönmüş, insan ve beyin gücünü önemli ölçüde yitirmiş, ekonomisi dibe vurmuş bir imparatorluktan çağdaş bir Cumhuriyet yaratmak adeta bir mucizedir. Bu tabi ki hiç de kolay olmamış, Mustafa Kemal ve bir avuç vatansever birikimli insanın bir an önce çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için, bilimin ışığında yürüttükleri çileli ve zorlu mücadelelerle gerçekleşmiştir. İşe giyim kuşamı düzenlemekle başlanmış, sonra Cumhuriyetin eğitim, bilim ve edebiyat dünyası kendi diliyle oluşsun diye dil devrimine girişilmiş ve Anadolu topraklarında serpilmiş olan tüm kültürlere sahip çıkılmıştır. Bunları kurumsallaştırmak üzere Dil ve Tarih Kurumu ile Köy Enstitüleri ve Hititoloji, Sümeroloji gibi Üniversite bölümleri kurulmuş; resim, heykel ve arkeoloji müzeleri açılmıştır. Genç kuşakların yurttaşlık bilinci kazanması ve on binlerce yıldan süzülerek gelen Türk kültürüyle yetişmesi için de eğitimde fen dersleri yanında tarih, edebiyat ve sanata ağırlık verilmiş, konservatuarlar, sanat akademileri devreye sokulmuştur.
Prof. Dr. Ali Demirsoy’a göre; bizim yüz yıllarca dışladığımız uygarlık ve kültürün sahipleri ise, bu dönemlerde yaklaşık on beş bin çeşit hastalığı ve tedavisini bulmuştur. Hatta yurdumuzun ekosistemindeki on bin kadar bitkiyi, altmış bin kadar hayvanı, toprak altındaki muhteşem kalıntıları Anadolu’ya gelip, arayıp, toplayıp, teşhis edip, bilimsel adlarını koymuşlardır. Bunları yapanların hemen tamamı; Mozart dinleyen, şehirleri yontularla güzelleştiren, resim sergilerinde ve tiyatrolarda dolaşan, kitaplar yazan Avrupalılardır. Her ne kadar Cumhuriyet kuşağı bu evrensel bilim ve sanata katkıda bulunmaya gayret etse de, maalesef bu sürdürülememiştir.
MOZART SEVMEYENLER
Kemalistler kendilerinden sonra olabilecekleri ön görerek, Devrim Yasalarını oldukça güçlü yaptırımlarla korumaya almışlardır. Ama Yasalar bu sert yaptırımlarla ancak belirli bir süre korunabilmiş, Atatürk sonrasında yobazların ve emperyalizm uşaklarının hain ve sinsi emelleri ile kemirilmeye başlanmış ve maalesef bugünlere kadar gelinmiştir.
Yaşadığımız kabustan anlıyoruz ki, yurttaşların önemli bir kısmının Cumhuriyet ve Devrimlerle hesaplaşması varmış. Bu hesaplaşma ilk 1950’li yıllarda su yüzüne çıkmış, ta o zaman Mozart sevenler ile sevmeyenler ayrıştırılmaya başlanmış ve sevmeyenler yıllar boyu din, mezhep, dil, ırk farklılıkları kullanılarak alttan altta kışkırtılıp, ayrışma ve ötekileştirmeye hız kazandırılmış ve günümüzdeki tablo yaratılmıştır. Birkaç istisna dışında, “ben Cumhuriyetin ve Devrimlerin bekçisiyim” diyen hiçbir kuruluş da bunun ayırdına varıp, gereken önlemleri zamanında almamıştır. Haydi, rastgele tüm Mozart severlere!