Nefret sarmalı
Her işte olduğu gibi siyasette de olumlu tavır önemlidir. Siyaset halk sevgisi ile yapılırsa her kademede yeni ufuklar açar. Başarılar, daha yüksek bir halka hizmet motivasyonu getirir. Başarısızlıklar bile kör ümitsizliğe dönüşmez, daha iyisini yapmak için ders çıkarılan deneyimler olarak kabul edilir.
Defalarca söyledik, Erdoğan, en büyük gücünü halka duyduğu sevgiden alıyor. Bu yeni bir şey değil, Erdoğan’ın tüm kariyeri boyunca göze çarpan bir özelliği.
Uzun süre bu istikamet üzerine yol aldığı için de halka yönelik sevgisinin vatandaşta gerçek bir karşılığı var. Köşeli düşünmeye alışkın kafalar, geniş halk kitlelerindeki bu sevgi rezervini anlamakta güçlük çekiyorlar. 1994’ten beri Erdoğan’ın temas ettiği insan sayısını küçümsüyorlar. Daha önemlisi, Erdoğan’ın halk ile temas yüzeyinin ‘hizmet’ ekseninde şekillendiğini, o hizmetin altında da halka duyulan sevginin yattığını görmüyorlar. Siyaset sahnesine çıktığından beri millete iltifat eden, her seferinde “ben sizin hizmetkarınızım” diyen bir liderin onca yıl itilip horlanmış kitlelerin duygu dünyasında ne ifade edeceğini kavrayamıyorlar.
Her sevgi, ona ulaşamayanlarda haset ve nefret duyguları oluşturur. Bizim muhalefetimiz de Erdoğan’ın halk ile ilişkisi karşısında böylesi bir karanlığa sürüklendi. Elindeki kitlenin hiç değilse bir kısmını, “duygusal Erdoğan karşıtlığı” ile konsolide edebildiğini görünce, tüm siyasetini “bir kişiye karşı olmak” üzerine kurdu. Bu, aynı zamanda muhalif liderlerin “haset hezeyanlarını” da teskin eden, onlara sahte de olsa başarı hissi tattıran bir yoldu. Erdoğan’a yönelik en ağır hakaretleri ettikten sonra dalkavuklarından gelen alkışları “nasıl çaktım ama” edası ile karşılıyor, gerçekten “siyaset” yaptıklarını sanıyorlardı.
İçlerinde büyüttükleri ve çevrelerine yaydıkları “negatif coşkunun” yavaş yavaş patolojik bir nefrete dönüştüğünü anlayamadılar. Kısa süre sonra tüm siyasi argümanları nefret üzerine şekillenir hale geldi. Erdoğan’a ve onu sevenlere, takdir edenlere yönelik nefret bir süre sonra tarafsız kalanlara da yöneldi. Ancak radikal örgütlerde, sapkın tarikatlara görülebilecek türde bir “ya bizdensin ya onlardan” dayatması tüm muhalif söyleme egemen oldu. “Mutlak kötü Erdoğan’a” yönelik hiçbir olumlu duygu cezasız kalmamalıydı!
Fakat sorun şu ki nefret, sevgi gibi çoğalan/çoğaltan bir duygu değil. Tam aksine, kısırlaştıran, kendi içine dönerek kurutan, kör bir his. Nefreti kökü kopmuş, yalnızca başka ağaçların yapraklarından beslenebilen kuru bir ağaca benzetebiliriz. Sadece nefret ettiği nesne üzerinden var olabilen, o olmayınca var olamayan asalak bir organizma…
Muhalif siyasetin bu kötücül karakter ile ayakta kalabilmesi için her defasında daha şiddetli bir nefret dalgası üretmesi gerekiyor. Her seferinde daha ağır hakaretler etmeli, daha korkunç iftiralar atmalı, daha akıl almaz yalanlar uydurmalı ki nefret, bir sonraki safhaya geçebilsin.
Bu, tam anlamı ile bir nefret sarmalı: Her seferinde daha fazla nefrete yol açan nefret, kendi kendinin yakıtı haline gelen kin…
Bu bitimsiz hezeyan hali, aynı zamanda kendilerini de öldüren bir süreç ama, muhalefetin bunun farkında olmadığı anlaşılıyor. Çünkü nefret sarmalı, körlüğü de mutlaklaştıran bir şey. Öyle bir körlük ki bu, ülkenin yaşadığı en büyük felaket, milyonlarca insanın ortak acısı bile içeriye bir nebze olsun ışık sızdıramıyor.
Türkiye, yirmi beş gündür sadece deprem felaketinin acılarına değil, yalana, iftiraya, faşizme ve nefrete karşı da direniyor.