Nemrut’tan savrulan tokat!..
1920’lerin ortalarında, New York’ta arkeoloji okurken öğrenmişti Amerika’dan binlerce uzaklıktaki Nemrut Dağı’nı...
Eskiçağ tarihi ve sanat öğrenimi de gören o meraklı insan, “Tanrıların tahtları”nın gizemini çözmek için sonunda Mezopotamya’ya gitmeye karar verdi...
Bölgeyle ilgili okuduğu bir kitabın ardından adeta büyülenince, 1947 yılının Temmuz ayında, bir grup arkadaşıyla birlikte Adıyaman’a geldi ve Nemrut Dağı’na tırmandı... O yıldan itibaren çok uzun süre ünlü arkeologların kazılarına katıldı...
1953 yılından itibaren ise tüm enerjisini Adıyaman’a ayırdı... Artık tek sevdası vardı; Nemrut!.. Yıllarca Nemrut Dağı’nın bilinmeyenlerini dünyaya armağan etmek için canla başla mücadele etti ve hiç de yılmadı...
Aslında baştan beri en büyük hedefi Kommagene Krallığı’nın efsane hükümdarı I. Antiochos’un mezarına ulaşmaktı...
O hedefine ulaşamadı ama Nemrut çevresindeki Kommagene Krallığı ile ilgili araştırmaları arkeoloji ve tarih sayfalarına girdi, en önemli kaynaklar olarak başköşeye oturdu...
Nemrut’u merak eden herkes yıllardır onun çalışmalarından da yararlanıyor, onu anmadan geçemiyor...
KRALİÇENİN ELLERİ
Yıllar hızla geçti... Yalnızca Nemrut çalışmalarıyla değil, yaşam mekanı olarak seçtiği Adıyaman, Kahta ve çevresindeki sosyal yardımlarla da çok sevilen bir insan oldu o cefakar arkeolog...
Yöre insanı müthiş çabalarına tanık olunca ve insanlığından çok şey öğrenince ona “Dağın Kraliçesi” demeye başladı... Türkçeyi bölge insanlarından öğrendi ve çok uzun süre de bir Adıyamanlı gibi yaşamaya çalıştı...
O vefalı insan yıllar boyu bölge halkının her derdine deva olmak için de çabaladı durdu... Kahtalılar onun verdiği insanüstü mücadeleyi halen anımsıyor ve kendisini her fırsatta da hayırla yadediyor...
Çünkü “el”lerinin dokunmadığı sorun kalmamıştı o insanın... Kahta’da bazen ebe, bazen doktor, bazen de öğretmen ve mühendis olarak insanların yardımına koşmuş, yıllar içinde adeta efsane olmuştu!..
Kommagene Uygarlığı’nın gizemini bilim dünyasına armağan edecek kadar verimli çalışmalar yapan o insan, özel yaşamını da unutmuş, evliliği soranlara ise her zaman “ben Nemrut’la evliyim” diye yanıt vermişti!..
Yıllarca birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla Kommagene’yi gün yüzüne çıkaran ünlü arkeolog yaşlanınca, 1984 yılında Amerika’ya dönmek zorunda kalmıştı... Hem de arkasında 30 yılı aşkın sürede biriktirdiği yüzlerce sevenini ve dostlarını da bırakarak...
Ve yıl 1989... Bir yaz ayında Adıyaman’a gelen kardeşi, ablasını yakından tanıyan iki Kahtalı’yı da yanına alarak Nemrut’un zirvesine çıkarlar...
Genç Amerikalı çantasında bir kavanoz çıkarır ve içindeki külleri Nemrut’un zirvelerine savurur...
O küller, yaşamını Nemrut’a adayan ve bölgede kazı yapan ilk kadın olarak da tarihe geçen Amerikalı arkeolog Theresa Goell’in bedeninden arta kalanlardı...
Enerjisini bıkmadan harcayarak yıllar boyu Nemrut’un perde gerisini aralamaya çalışan Theresa’nın külleri kral Antiochos’un gizemine karışır ama Kahtalılar onu aradan 33 yıl geçmesine rağmen hiç unutmazlar...
AVUÇLARDAKİ KARA YANGIN
Durup dururken anımsatmadık Nemrut’a sevdalı bir Amerikalı arkeoloğun örnek olması gereken yaşamını...
Çünkü New York’taki üniversitede bilgiyle donatılan “el”leriyle, Nemrut’un binlerce yıldır çözülemeyen gizemini bertaraf etmek için çok çabalamıştı Theresa...
Yani; arkeoloji dünyası açısından engin bilgisi ve örnek olacak çabalarıyla, bırakın elinin sıkılmasını, eli öpülecek kadar saygın bir iz bırakmıştı Theresa, Adıyaman zirvelerine...
Ancak Theresa bugün yaşasaydı, tarihin ve kültürün en önemli merkezlerinden olan Adıyaman’da “eğitim-öğretim” kurumu adı altında faaliyet gösteren Adıyaman Üniversitesi’nin rektörüyle “el” sıkışamayacakmış!..
Çünkü Nemrut’un eteklerindeki bir üniversitede görevli, adı “rektör” olan zat, sosyal medya hesabından öyle akıllara ziyan bir fetva vermiş ki, Therasa’nın da kemiklerini sızlatacak cinsten!.. Demiş ki, adının önünde “profesör” de yazan Mustafa Talha Gönüllü;
“Bir erkek yabancı bir kadınla tokalaşamaz!... Yabancı bir kadınla tokalaşmak, ateş tutmaktan daha korkunçtur!..”
Düşünebiliyor musunuz; Adıyaman’a üniversite okumak, bilgilenmek, bilinçlenmek, eğitim-öğretim görmek ve geleceğini planlamak için giden binlerce öğrenci bu zata ve arkadaşlarına emanet!..
Erkek öğrenciler bir tarafa ama kız öğrencilerin tamamı da bu rektör adlı şahsa “yabancı” olduklarına göre, onunla tokalaşmak şerefinden de ne yazık ki yoksun kalacaklar!..
Örneğin, diploma alacakları gün elini uzatırsa bir öğrenci, ne yazık ki kendisi de, diploması da, rektör bey de aniden ateşe kapılacak!!!
Heyhat ki; Türkiye’de, sözde “bilim” yapılan birçok üniversite böylesi kafalara teslim edilmiş...
O halde söyler misiniz; New York’ta üniversiteyi bitirir bitirmez, kendini memleketinden binlerce kilometre uzaklıktaki Nemrut’a adayan ve ömrünü bu uğurda tüketen Theresa mı insanlığa ve bilime katkı sunuyor, yoksa 21. yüzyılda kadın “el”i sıkmamak için fetva verenler mi?..
Therasa yaşasaydı, Nemrut’un gizemini çözmek için bir dağın zirvelerine tırmanırken paraladığı o becerikli ellerini Adıyaman’daki bay “rektör”e uzatır mıydı acaba?.. Eminim çok utanırdı!..