Neoliberalizm çöküyor ABD karşıtları kazandı
6-9 Haziran tarihleri arasında yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçları, neoliberal Atlantikçi partilere şok yaşattı: Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi'nin adayı Jordan Bardella, 2019 seçimlerine göre oyunu 8 puan artırarak yüzde 31,47 oy ile partisini Fransa’nın birinci siyasi gücü durumuna getirdi. Bardella, “Macron bu akşam gücünü yitirmiştir.” açıklamasında bulundu.
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Renaissance Partisi'nin adayı Valérie Hayer ise 6 puan gerileyerek ancak yüzde 14,56 oy alabildi. Macron yenilgiyi kabul ederek sonuçların açıklanmasından bir saat sonra televizyondan yaptığı açıklamada, Meclis’i feshettiğini duyurarak 30 Haziran’da erken seçimin yapılacağını söyledi. Ardından açıklama yapan Marine Le Pen, “Fransız halkı bize güvenirse iktidarı kurmaya hazırız.” dedi.
Macron’un açıklamasından önce Jordan Bardella, Macron’a Meclis’i feshetme çağırısında bulunmuştu. Sosyal Demokratların Sorosçu adayı Raphaël Glucksmann yüzde 13,80’le üçüncü, Jean Luc Melenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa adayı Manon Aubry yüzde 9,87 ile dördüncü, Cumhuriyetçilerin adayı François-Xavier Bellamy yüzde 7,24 ile beşinci, Çevreci Parti Marie Toussaint 8 puan kaybederek yüzde 5,47, Marine Le Pen’in yeğeni Fetih Partisi adayı yüzde 5,46 ile altıncı ve yedinci oldu. Fransız Komünist Partisi adayı yüzde 2,4 ile oyun dışı kaldı.
MACRON DÖNEMİ SONA ERDİ
2017’de Fransa’nın geleneksel sosyal demokrat ve muhafazakâr neoliberal partilerinin iflası üzerine devletin Atlantikçi güçlerinin iktidara getirdiği Macron önceki cumhurbaşkanları Sarkozy ve Holland’ın izinden giderek yayılmacı ve neoliberal program uyguladı. Sarı Yelekliler Halk Hareketi’nin salladığı Macron, Kovid-19 salgını ile yıkılmaktan kurtuldu. 2022’de Marine Le Pen ile ikinci tura kalan Macron, sosyal demokratlar, komünistler ve yeşillerin desteği ile yeniden seçildi. Fransa’nın tüm sağlı sollu sistem partileri Le Pen’e karşı birleşmiş, sözüm ona “Faşist Le Pen”in önü kesilmiş ve Marine Le Pen’e karşı bir “zafer” kazandıklarını ifade ederek finans kapitalin adamı Macron’u cumhurbaşkanı seçtirmişlerdi.
İkinci döneminde ABD ve NATO’nun Rusya’ya karşı koç başı görevini üstlenen Macron, savaş şefi rolünü üstlendi. Rusya’ya karşı asker gönderme ve Ukrayna’ya verilen Batı füzeleriyle Rusya’nın vurulması planının öncüsü oldu. Rusya’ya uyguladığı yaptırımların sonucu ortaya çıkan enerji krizi ülke ekonomisini felç etmiş, enflasyonu tetiklemiş, alım gücünü düşürmüş ve halkı yoksullaştırmıştır.
Fransız derin devletinin Atlantikçi kanadının yarattığı “Macron Modeli”nin artık sonuna gelindi. Avrupalılar, son 10 yıldır halkı yoksullaştıran neoliberal politikalara, Brüksel’in ulusal ekonomilerine müdahalesine, ABD’nin Avrupa’yı tahakküm altına alma siyasetine, NATO’nun doğuya doğru genişleme ve Rusya’yı kuşatma planına, işçisi ve çiftçisiyle Rusya’ya uygulanan yaptırımlara karşı milliyetçi bir yönelime girdi. Avrupa’da bu milliyetçi dalganın başını Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi çekti.
MİLLİYETÇİ DALGA TÜM AVRUPA’YA YAYILDI
Almanya’da muhafazakâr CDU-CSU ittifakı yüzde 30 ile birinci olurken milliyetçi AfD (Almanya için Alternatif) oylarını 5,5 puan yükselterek yüzde 16 ile ülkenin ikinci siyasi gücü oldu. İktidardaki koalisyon partileri ise tam bir hezimet yaşadı. Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD) 2021 genel seçimlerinde yüzde 26 oy alırken bu seçimlerde yüzde 14 ile AfD’nin gerisinde kaldı. Aynı şekilde Yeşiller, 2019 AP seçimlerindeki oy oranı yüzde 20,5 iken 8,5 puan kaybederek yüzde 12’ye düştü.
Küçük ortak Liberaller ise yüzde 5 sınırında. Hükümetin geleceği belirsiz bir duruma geldi. Muhalefetteki Hristiyan Sosyal Birlik'ten (CSU) Bavyera Başbakanı Markus Soeder, NTV'ye verdiği röportajda, iktidar koalisyonunun Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde başarısız olmasının ardından Almanya'da erken seçim çağrısında bulundu. Benzer açıklamalar CSU'nun CDU/CSU bloğundaki büyük ortağı Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) liderliği tarafından da yapıldı.
Diğer taraftan “Avrupa, ABD’nin çıkarı ve süper güçlerin oyuncağı olmaktan çıkmalı ve bağımsız aktör olmalı. Silah tedariğine, yaptırımlara ve savaşa son verilmeli. Rusya’yla tekrar enerji anlaşması yapılmalı.” diyen ve Ocak 2024 tarihinde Alman Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht’ın kurduğu Sağduyu ve Adalet Partisi (BSW) yüzde 5,5 ile önemli bir çıkış yaptı. Alman Sol Partisi ise yüzde 20,8’de kaldı.
YOL AYRIMI
Avusturya’da da milliyetçi Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 27 ile ülkenin birinci partisi durumuna geldi. Yine Hollanda’da Geert Wilders’in Özgürlük Partisi (PVV) oylarını yüzde 17,7’ye yükseltti. İspanya’da Vox Partisi yüzde 10 civarında oy aldı. İtalya'da Giorgia Meloni'nin İtalya'nın Kardeşleri Partisi (FI) AP milletvekili sayısını üç katına çıkarabilir. Macaristan Başbakanı Viktor Orban'ın milliyetçi partisi Fidesz yüzde 43,8 ile birinciliğini korudu.
Peki bu seçimlerde milliyetçi partilerin zaferi Avrupa Parlamentosundaki dengeleri değiştirebilecek mi? Çünkü milliyetçi saflardaki ayrılıklar AP’de ortak bir grup kurmalarının önünde engel teşkil edecek gibi görünüyor. Geçen dönemde milliyetçi gruplar, “Kimlik ve Demokrasi (ID)”, “Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformistler (CRE)” ve bağımsızlardan oluşuyordu.
Bu seçim sonuçları her hâlükârda Avrupa’nın bir yol ayrımına geldiğini gösteriyor. AB’nin geleceği; üye ülkelerin gelecekleri, ekonomik kriz ve göç konularında olduğu gibi dış politikada ise Ukrayna savaşına karşı izlenecek tutum, ABD, Rusya ve Çin ile ilişkiler gündeminin öne çıkacağı bir parlamentoyla karşılaşacağız.
Türkiye’ye karşı PKK/YPG teröristlerini destekleyen, Doğu Akdeniz’de, Libya’da, Karabağ’da ABD ile birlikte hareket eden, Rusya düşmanlığı ile savaş kışkırtıcılığı yapan Atlantik’in has adamı Macron’un Fransa’da yenilmesi, Le Pen’in iktidara gelmesi Avrasya’yı güçlendireceği gibi Türkiye’nin de yararına olacaktır.
NATO KRALİÇESİ DERS ALMIYOR
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, seçimlerin ardından merkezci grubunun Avrupa Parlamentosundaki en büyük grup olarak kalacağının öngörülmesiyle birlikte “Ukrayna yanlısı yolda devam edeceğini” duyurdu. Pazar günkü geçici sonuçlara göre von der Leyen'in Avrupa Halk Partisi (EPP), sandalyelerin yüzde 26'sını elde etti. Merkezci partilerin Avrupa'nın çeşitli yerlerinde sağlam durmalarının beklendiğini ancak "sol ve sağdaki aşırılıkların destek kazandığını" kabul etti.
Von der Leyen Brüksel'deki destekçilerine "Onları durduracağız." diyerek "sağdan ve soldan gelen aşırılıklara karşı bir kale inşa etme" sözü verdi.
KİM AŞIRI SAĞCI, KİM FAŞİST?
2017 ve 2022 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Emmanuel Macron ile ikinci turda yarışan, son genel seçimlerde milletvekili sayısını 11 kat artırarak 89 milletvekili ile ana muhalefet partisi olan ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 31,47 oyla tüm rakiplerini geride bırakarak birinci parti olan Ulusal Birlik Partisi Lideri Marine Le Pen’e yönelik asılsız suçlama ve saldırılar hız kazandı.
İki dönem Macron’u iktidara taşıyan, ona oy verme çağırısı yapan Sosyal Demokrat Sosyalist Parti, Komünist Partisi ve Yeşiller, seçmenlerini serbest bırakan Boyun Eğmeyen Fransa Partisi yani bilcümle sözüm ona sol partiler Marine Le Pen ve partisine “aşırı sağcı, faşist” nitelendirmesinde bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası ile işbirliği yapan General “Petain’in varisi” olduğunu söyleyenler de var.
Bugün Fransa işgal altında değil ama şu sorunun cevabı çok açıktır: Ülke içindeki saflaşmada kim Pétain’in, kim de Gaulle’ün safındadır? Bir tarafta ABD emperyalizminin dayatmalarına boyun eğenler, diğer tarafta Fransa’nın ulusal bağımsızlığını savunanlar... Bir tarafta sermaye merkezli küresel güçlerin neoliberal programını savunanlar, diğer tarafta halk merkezli ekonomik programı savunanlar... Bir tarafta Ukrayna’da Rusya’ya karşı NATO askeri olanlar, diğer tarafta NATO’ya karşı Rusya ile dostluğu savunanlar...
PEKİ ŞİMDİ KİM PETAIN'İN VARİSİ?
Sarı Yelekliler Halk Hareketi’ni kanla bastıran, mezarda emeklilik yasasını parlamentoyu baypas ederek geçiren, ırkçı bir göçmen yasasını çıkaran Macron mu aşırı sağcı? Yoksa Marine Le Pen mi?
1970’lerin başında Jean-Marie Le Pen’in liderliğinde kurulan Milli Cephe Partisi (Front National), programı ve söylemiyle yabancı düşmanlığını öne çıkaran ırkçı bir partiydi. Evet Jean-Marie Le Pen partiyi “Pétainistlerle” kurmuştu. 2011 yılında kızı Marine Le Pen partinin başına geçti. Marine Le Pen ve kadrosu dünyadaki ve Fransa’daki gelişmeleri doğru tahlil etti. Küreselleşme ve neoliberal politikaların yoksullaştırdığı kitleler, partisine yöneliyordu. Marine Le Pen partisini “ırkçı, faşist, aşırı sağcı” etiketinden kurtarmak için kolları sıvadı. İşe babasının ırkçı kadrolarını tasfiye ederek başladı. Babasının 2015’te, 1997’de yaptığı “Gaz odaları İkinci Dünya Savaşı’nın küçük bir detayıdır.” açıklamasını tekrar gündeme getirince Marine Le Pen, babasını kendi partisinden attı.
Ülkeye yeni göçmenlerin girişini engelleme, kamu düzenini bozan yabancıların sınır dışı edilmesi ve haklarının kısıtlanması gibi politikaları savunmakta ve bunu “Önce Fransa” şiarıyla izah etmektedir. Bugün bu politikalarını daha da yumuşattı ve ulusal egemenlik ekseninde politikaları öne çıkaran bir çizgi izledi.
İçeride neoliberal politikalara karşı, dışarıda ABD ve NATO karşıtı politikalar geliştirdi. Brüksel diktatörlüğünün dayatmalarını reddederek Rusya dostu bir çizgiye geldi. 2014’te Kırım’ın Rusya’ya katılmasını desteklediği ve Kırım’ın Rus toprağı olduğu yönündeki açıklamasından dolayı “Rusya’nın adamı” olduğu ve 2017 seçimlerinde Rusya’dan 9 milyon avro kredi aldığını ifade eden rapor hazırlandı.
Sosyalist Parti'nin 20 yıllık Genel Sekreteri Paul Faur, Faşist Pétain hükümetinde bakan olmak istemiş, olamayınca Ocak 1941’de kurulan Vichy’nin bir nevi Kurucu Meclisi olan Ulusal Konseyi’nin üyesi olmaya razı olarak, Vichy rejimine teslim olmuştu. Keza, Sosyal Demokratların çizgisinde olan CGT Genel Sekreter Yardımcısı René Belin de Vichy hükümetinde sanayi ve çalışma bakanı görevini üstlenmişti. Pétain’in yardımcısı ise Birinci Dünya Savaşı dönemine Sosyalist Parti içinde yer almış olan Pierre Laval’dı.
İkinci Dünya Savaşı’nda sicili bozuk işbirlikçi sosyal demokratlar ve Atlantikçi Sosyal Liberal Macron’un başbakanı ve yöneticileri, 2007’de Sarkozy ile de Gaulle’ü terk eden Cumhuriyetçiler bugün ABD, NATO ve AB’nin Brüksel diktatörlüğüne karşı çıkan Ulusal Birlik Partisine “aşırı sağcı ve faşist” diyor.
AVRUPALI MİLLİYETÇİLERİN ORTAK YÖNLERİ
Avrupa’nın diğer milliyetçi partileri de bazı farklılıklar olmakla birlikte Marine Le Pen ile aynı çizgide. Brüksel diktatörlüğüne karşı ülkelerinin ulusal çıkarlarını savunuyorlar, küreselleşmeye tavır alıyorlar, Rusya’ya yaptırımlara karşı çıkıyorlar, Ukrayna’ya silah verilmesini desteklemiyorlar. Uluslararası saflaşmada ABD ve NATO’dan yana değil Avrasya güçleriyle dostluğu savunuyorlar.
Bu partilerin diğer özelliği toplumun en alt kesimlerinden oy alıyor, sisteme karşı çıkanlardan oy alıyorlar: işçi, çiftçi, memurlar ve emeklilerin en çok oy verdiği bu partilerdir.
ATLANTİKÇİ PARTİLER PANİKTE
Fransa’nın tüm partileri panik halinde Fransız milliyetçilerine karşı birlik çağırıları yapıyorlar. Macron, Meclisi feshettiğini açıkladı ama 30 Haziran’da nasıl bir yol izleyeceği konusunda sessizliğini koruyor.
Atlantik’in has partileri Sosyalist Parti, Komünist Parti ve Yeşiller Le Pen’in Ulusal Birlik partisine karşı “Halk Cephesi” oluşturma çağrında bulundu. Fransız Komünist Partisi Ulusal Sekreteri, "sosyal ve ekolojik bir Cumhuriyet için bir halk cephesi" aracılığıyla "Fransa için bir pakt" kurma çağrısı yaptı.
Sosyalist Parti Genel Sekreteri Olivier Faure'a göre sol şimdi "on ya da on beş öncelik üzerinde anlaşmalıdır". "İki yıl içinde (2027’e kadar) her şeyi üstlenmemizi sağlayacak bir politika oluşturamayız, bu nedenle öncelikleri belirlememiz gerekiyor. Bu öncelikler üzerinde anlaşmaya varabilecek miyiz?" diye sordu. Seçim sonuçlarının açıklandığı akşam “Zamanımız yok. Gece yarısına beş dakika kaldı, bu nedenle şimdi aşırı sağın önümüzdeki yasama seçimlerini kazanamayacağından emin olmalıyız." dedi.
Melenchon’un partisinin Milletvekili François Ruffin France Inter'e verdiği demeçte, sol partilerin "açıklık" duygusunu paylaştığı konuları sıralamaya devam etti: "Kar paylarının vergilendirilmesi", "ücretlerin enflasyona endekslenmesi", "demokratik bir önlem olarak yurttaş girişimi referandumu", "kayıtlı bir suç olmadan kimlik kontrollerine son verilmesi" ve "Filistin'in diplomatik anlamda bir devlet olarak tanınması.
Şimdi soru şu: bir araya gelmek istiyor muyuz? Birlikte kazanmak mı yoksa kaybetmek mi istiyoruz? Mesele [sol partiler arasındaki] kinlerimizi sergilemek değil, onları nehre atmalıyız." diye devam etti. Parlamento seçimlerinin beklenenden çok daha erken bir tarihte yapılacak olması nedeniyle, ülkenin bir "çıkışa" ihtiyacı olduğu için bu "acil durumun" bir "fırsata" dönüştürülmesi çağrısında bulundu.