Nerede o eski işçiler o eski sendikacılar?
Her hafta ders vermek için Kıbrıs’a gidip gelirken üç saatlik yolculuk boyunca bir kitap okuyorum. Geçen hafta değerli bir sendika emekçisinin, Celal İlhan’ın yazdığı “Grevden Dönenin” isimli anı kitabını okudum. Celal İlhan’la Aydınlık’ta çıkan “Kulağı Kesik Sendikacılar” yazım nedeni ile tanıştık. Bana gönderdiği elektronik postada, “Ben kulağı kesik sendikacı değilim” diyor ve yazdığı anı kitabını göndereceğini söylüyordu.
Celal İlhan Akdeniz Gübre Fabrikası’nda 1970’li yıllarda sendika baştemsilcisi olarak yaşadığı olayları bir polisiye roman kıvamında anlatırken o yıllarda yaşayan işçilerin, sendika yöneticilerinin de çok net bir fotoğrafını çekiyor. Bir gübre fabrikasında işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yaşanan çok önemli sorunların ısrarla takipçisi olduğu için işinden atılıyor. Fabrikanın işçileri yeni evli ve çocuk sahibi olan bu değerli baştemsilcilerini yalnız bırakmıyor, inanılmaz bir dayanışma göstererek aralarında topladıkları parayı onun ayakta kalması için her ay evine getiriyorlar. Bahçelerinden topladıkları portakalları, yakaladıkları Akdeniz’in lezzetli balıklarını işten atılan arkadaşları ile paylaşıyorlar. Sendika genel merkezinin olaya sahip çıkıp stratejik nedenlerle işi yavaştan alışı onları yıldırmıyor ve işçilerin can sağlığını hiçe sayan yönetime karşı mücadeleleri inançla sürdürülüyor.
Altın yıllar
Celal İlhan’ın anıları beni 1965 yılından beri içinde yaşadığım sendikacılık yıllarına yeniden götürdü. 274-275 sayılı yasaların çıkması ile sendikacılığımız 1963-1980 yılları arasında altın yıllarını yaşadı. Sendikaların üye sayısı üç milyona yakındı. Sendika üyeleri yürüyüştü, grevdi, eylemdi her işçi olayında yüreğini ortaya koyardı. 1 Mayıs günleri işçilerin topluma “Bizde varız” mesajını verdiği muhteşem kalabalıklarla kutlanırdı. Sendika yöneticileri 1967 yılına kadar tek konfederasyon olan Türk-İş yönetimine kafa tutacak ve gerektiğinde ayrılıp yeni bir konfederasyon kuracak kadar cesur yürekliydiler. Daha sonralar Türk-İş yönetimin açıkça siyasal tavır sergilemesini isteyen sosyal demokrat sendikacılar ayaklanması hep o yiğit, inançlı, eğilip bükülmeyen sendika önderlerinin varlığını işçi hareketine kanıtlıyordu. İşçiler gerektiğinde Çorum’dan İstanbul’a kadar yürüyor, yapılan her greve tam kadro katılıyor ve işverenlerden haklı isteklerini söke söke alıyorlardı.
Sonra ülkeye 1980 askeri müdahalesinin faşizan gölgesi düştü. Kurtuluş Savaşı’nı kazandığı için herkesin gözbebeği gibi sevdiği silahlı kuvvetler bu ülkenin fedakâr, sömürülmek istenen işçisinin ve sendikalarının üzerine bir balyoz gibi indi. Silahlı kuvvetlerin birçok yurttaşın gönlündeki o dev gibi imajı tuzla buz oldu ve işçilerin beline öyle bir dipçik darbesi indi ki işçiler bugün bile bellerini doğrultamamaktadırlar.
Nerede o baş eğmeyen yürekli sendikacılar?
1980 yılına kadar var olan işçi sınıfının ve onun sendika yöneticilerinin yerine bugün yeller esiyor. İşçiler öyle bir sindirildi ki başını kaldırmaya, hakkını aramaya korkar duruma getirildi. Çıkarılan koruyucu yasalara rağmen örgütlenemiyor. Her nasılsa sendika üyesi olmuş olanlar Çaykur ve THY grevlerinde olduğu gibi greve katılmaktan, haklarını bir sendika çatısı altında, grev hakkını kullanarak korumaktan korkar duruma getiriliyor. 1980 faşizmi, AB’nin baskıları ile kabul edilen koruyucu yasaların varlığına rağmen, işçi sınıfının mertliğini yok ettiği gerçeği karşısında şaşkınlıkla duraksamak zorunda kalınıyor.
Ya sendika yöneticileri? 1980 öncesi yılların sendikacılarını utandıracak bir konumdalar. Çoğunluğu işçi haklarının korunmasını, işçilerin sendika üyesi olabilmesini ancak iktidar partisine yalakalık yapılarak mümkün olabileceğine inanmış inançsız yöneticilerin varlığını gördükçe insan işçilerin ve sendikalarının, demokrasinin geleceğinden tüm umudunu kesiyor.
Nerede o eski günlerin yiğit işçileri, o baş eğmeyen yürekli sendikacıları? Yoksa o günler hayal miydi? Hiç yaşanmadı mı? Ben yaşadığım tüm düş kırıklıklarına rağmen o güzel günlerin bir gün geri geleceğine, işçilerin ve sendikaların özgür ve güçlü olarak bu ülkeyi, işçileri ve tüm ezilenleri insanın insana kul olmadığı bir düzene taşıyacağına inanıyorum. Bu nedenle işçilerin ve sendika yöneticilerin Celal İlhan’ın Grevden Dönenin kitabını okumalarını öneriyorum. Belki o zaman grevlerin dönülmeyecek kadar kutsal bir eylem olduğunu ayırdına varacak, işçi hareketine, sendikalarına ve de demokrasiye sahip çıkacaklardır.