23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul 11°
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Nobel’den kalkan kazlar

Nihat Genç

Nihat Genç

Eski Yazar

A+ A-

Bob Dylan Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığına göre, gelecek yılın ödülünü de tahmin edebiliyoruz: Leonard Cohen.
Ateşli bir heyecan ve merakla Jack Kerauac’un ‘Yolda’ romanını, Allen Ginsberg’in şiirlerini okuyalı otuz yılı geçiyor.
Tao, Zen, Budizm, LSD ve kronik depresyona kapılmış kitlelerin isyanı, dünyayı değiştiriyordu.
Mülkiyetsiz, iktidarsız, sıkıcı hayatı ve gelenekleri yıkmak için yola çıkmış milyonlarca genç.
Yakası koyun kürklü ceket, kirli saçlı ve omuzunda gitar bir hippiyi göreli 45 yıl oluyor, sürüler halinde Nepal’e ve Hindistan’a akıyorlardı, bir durakları da Trabzon’du. Sokakta yatıp kalkan güzel, yakışıklı bir çocuktu ancak acınası, sefil bir haldeydi. O günlerde sokak şarkıcısı gibi bir şey bilmediğimiz için bizim gözümüzde ‘dileniyordu.’
Üzerimde bıraktıkları bu ‘korkunç etki’ çok sonra dağıldı, ancak hippi kuşağının ‘ateşli mutsuzluğunu’ hala anlayabilmiş değilim.
Duruşları, yürüyüşleri, bakışları, konuşmaları her şeyi ‘depresyondu’, ki, depresyon felsefeleriydi.
Savaşa karşıydılar, kapitalizme karşıydılar, makinelere karşıydılar, şehre karşıydılar, aileye, devlete karşıydılar...
Ve tüm dünyada şöhretlerini hiçbir kural tanımayan özgür seks ve uyuşturuculara olan düşkünlükleriyle yaptılar.
Kapitalist dünyayı patlatıp kendilerine bambaşka bir kapı açtılar.
O çocuk yaşlarda benim dikkatimi çeken tek şeyleri ise, bir kadını baştan çıkartmak için ayartıcı hiçbir çaba sarf etmeyişleriydi. Güçlü, kaslı ve çapkın, sert, yani hiçbir erkeksi tarafları yoktu.
Erkeklik de bir iktidar türüydü ve erkekliğe de karşıydılar.
Gelmiş geçmiş tarihlerin en şiddetli gençlik akımı oldular. Müzikleri, giyimleri, filmleri, festivalleri, protestoları elli yıldır dünyamızda ‘iktidar’ oldu.
Kurallara, geleneklere, aileye bu denli kökten sert karşı çıktıktan sonra kaçıp gidecek ütopik bir ülke olmalıydı.
Gittikleri yer, müzik, uyuşturucu, nirvana ve Nepal, yani ‘ruh’un özgürlüğüne...
Gittikleri yer ‘amaçsızlık’, olup bitenler karşısında kendini ve ruhunu telaşsız, yarışsız, kayıtsız bırakmak...
Gittikleri yer kimsenin çalışmadığı, kimsenin buyurmadığı, nasihat etmediği, akıl vermediği, öğretmediği, yasaklamadığı başka bir dünya aramak...
Müziği değiştirdiler, giyimi değiştirdiler, felsefeyi değiştirdiler... Ancak nihayet, bu büyük fırtınanın aklını başına(!) alıp yeniden ehilleşmesini de sağlayan yine kendi içlerinden çıkan müzisyenler oldu.
Batı'nın savaş makinelerine Batı’nın çocukları Batı coğrafyasından tarihlerde görülmemiş bir şekilde kitleler halinde kendilerini şehirden ve siyasetten ve bilinen insanlık değerlerinden soyutlayarak ‘isyan’ ettiler.
Ve içlerinden çoğu intihar etti ve ama çoğu, sonra kuzu kuzu adam gibi sakin, efendi, çok zarif şarkıcılar oldular, bir çoğu üst yönetici, bir çoğu bankacı...
Bir çoğu intihar, bir çoğu uyuşturucu komasında öldü ve büyük bir kitle kırklı yaşlardan sonra normal hayatı kabullenip iş, güç ve aile hayatı kurmaya başladı.
Ve geçmiş onlar için ‘nostalji’ oldu, bugün her biri on binlerce dolar seyahat masrafından kaçınmayıp o eski günlerin konser ve festivallerine koşuyor.
Dillerindeki, müziklerinde sert isyan melodi melodi yumuşadı ancak zarifleşen ve biraz da pop kültürün ve piyasanın oyuncağı olan bu isyan bir gençliğin hayat ve hatıralarında uzun soluklu oldu.
Elli yılı topladığımızda, kazanan, sayıları yirmiye yakın artık ikonlaşmış müzisyenler oldu, kazanan, çok sonra ünleri dünyayı saran çoğu cahil şarlatan Hintli gurular oldu ve bugün kazanan, plak şirketleri ve festival organizasyoncuları oldu.
Ancak bu hareketten dünya da çok şey kazandı, en sert kurumlar gelenekler çok sıkı bir eleştiriye tabii tutuldu ve bir çok sansür ve yasağın ve hiç değişmeyecek gibi görünen sert gelenekler okullarda, barlarda, sokaklarda daha hızlı çözülmeye başladı.
Bu büyük kasırganın tam ortasında ve yumuşak sözleriyle biraz uzak bir kıyısında Leonard Cohen ve Bob Dylan daha sakin kalabilmeyi yani tedaviyi başardılar, şarkılarında, aşk, şehir, yalnızlık üzerine yüksek bir filozofi ve ironi geliştirip ihtiyarlıklarını ve büyük servetler görebilecek bir ömürleri oldu.
Leonard Cohen ve Bob Dylan çığırından çıkmış hatta hayatları alt üst etmiş bu fırtınayı ilerleyen yaşlarda kıvamında tutacak zeki, zengin, ironik ve hayata anlam yükleyen duygusallığın ‘ikonlaşan’ iki büyük ismi.
Bugün Nobel Edebiyat Ödülü, Bob Dylan’a veriliyorsa, bunun bir çok anlamı olabilir.
Öncelikle kaç yıllardır Nobel Edebiyat Ödülü ağırlığını kaybetti, yetersiz edebiyatçılara verilmesi ve siyasi oluşu yüzünden.
Sanırım Nobel Edebiyat Ödülü güven tazelemek için birkaç yıl daha başarısı ve ünü tartışmasız ikon ‘isimlere’ verilecek.
Bob Dylan gibi ‘kült’ bir isimle 68 gençlik hareketinin hatırlatılması çok iyi bir seçim ve çok kurnazca bir vicdan temizlemesi.
Yine bitmek bilmeyen savaşların ortasında, Batı’nın en büyük edebiyat ödülünün, savaş karşıtı isyancı gençliğin sembollerinden birine verilmesi Nobel Edebiyat Ödülü’nün yeniden ‘sempati’ kazanmasını sağlar diye düşünülmüş olmalı.
Yani Nobel Edebiyat Jürisi ödülü imajını tazelemek için bu sene ödülü ‘kendine vermeyi’ tercih etti.
Irak ve Ortadoğu savaşlarına vicdan bulamayınca ödülü küllenmiş Vietnam karşıtlığına verdi.
Bu bir gerçek, Batı’da kabul görmek isteyen bir çok edebiyatçı, Batı’nın savaşlarına açık cepheden edebi bir savaş açma cesareti gösteremiyor, işte Orhan Pamuk’unuzun Amerikan savaş makinesine tek cümlesi var mı?
Ve edebiyat ve sinema ve hatta müzik, batıda ‘vicdan’ olmaktan çoktan çıktı, piyasanın holdinglerin kuklası oldular, mesela Oscar ödüllerine bakın, nerdeyse kim çok Afgan Iraklı öldürüyorsa o filme ödül verecek hale geldiler.
Ödülün şarkı sözlerine verilmesi de çok zekice.

***

Nobel Edebiyat Ödülü'nün romancılara verilmesi gibi bir kural yok, bir çok kez şairlere verildi, hatta romancılara verildiği zaman dahi ödül açıklamasında romanın ‘şiirsel’ dili öne çıkartılarak verildi.
Pek yakında repçilere hatta twitter kullanıcılarına verilirse de şaşırmayalım.
Belki de Nobel jürisi, ödülün ‘kült’ eserlere verilecek şartlanmasını da kırıp ödül verilebilecekler repertuarını bu kısır günlerde genişletmek istiyor olabilir.
Ama asıl soru ‘roman’ın çoktan ölmekte olduğudur. İnsanlar mı artık ‘roman’ yazmaktan yoruldu yoksa iletişimin hızı mı çok kalın ‘roman’ı kaldıramaz hale geldi.
Ve dünyamızda sadece roman yazarak yaşlanan insanların sayısında çok büyük bir azalma var.
Egzotik hikayeler belgesellerle doymuş durumda. Dünyanın büyük fotoğrafında o kadar yoğun savaş ve olaylar var ki, okuyucu, kişisel soyut hikaye ve maceralardan yoruldu.
Ve bugünlerde beyinle ilgili yeni bilimsel veriler ve hayvan davranışları üzerine çalışmalar çok geniş kitlelerin gözlerini bizatihi laboratuar ve test ve deneylerin içine çevirdi.
Romancı hangi yaratıcı kurguyla kitlelerin karşısına geçse bu yepyeni hızla akan bilimin merak’ın hızını şaşkınlığını ve büyüsünü yakalayamıyor ve sıkıcı bilinen tekrarlardan kurtulamıyor.
Bir başka sebep, hayatlar artık romanlardan bütün bütün yenilip yutulmuyor, gündelik olaylarla internette hayatlar küçük küçük lokmalar halinde her gün bir diş kemirilerek, sindirile sindirile yeniliyor.
Psikolojinin ve sosyolojinin ve tarihin ‘merakları’ artık klavye önünde ‘tık’larla, öpücük öpücük tatminlerle yaşanıyor.
Ve iletişimin hızıyla, insanlar, sayısız küçük detaylı gözlemlere değil en çarpıcı tek bir gözlem’i birkaç satırda yutup doymak istiyor.
Ve kitleler çatışma, kurgu, sürükleyicilik heyecanlarını bilim-kurgu ya da Yüzüklerin Efendisi gibi gerçek dışı masallarla gideriyor.
Ve her gün televizyon gerçek ölümleri fazlasıyla üstlerine boşalttığı için fantastik dizilere kaçış o kadar yoğunlaşıyor.
Ve sabırla ve ağır ağır bir kokunun izin izleğin peşini sürmek herkes için yorucu ve baş edilmez hale geliyor.
Ve hiçbir okuyucunun seçiciliği kalmadı, holdingler kitap daha yazılmadan beyninizi şartlandıracak güce sahip.
Ve kimse bir metni damıtacak, muayene edecek, tadını, kokusunu anlayacak gelişmiş bir edebi zevki tanımıyor.
Ve kimsenin ayrıntıya yoğunlaşacak gücü kalmadı.
Ve kimsenin bu kadar yoğun psikolojik malzemeyi kaldıracak gücü kalmadı.
Ve içimizde sadeliği yeniden keşfedip usulca içimize, kalbimize, beynimize sokabilecek yazarlar kalmadı.
Fırtına geçti ve çok soğuk ve yanılmaz o 19. yüzyıl yazarlarının o bitmeyen uzun geceleri çoktan yıkıldı, tarihte kaldı.
Kaba şehvet ve ortalama zevkler hepimizi ağına aldı.
Geriye, mahalli folklorük temalar kalıyor ki, uzun bir süre hatırları kalmasın diye ödüllendirildiler.
Feminizm, eşcinsellik, yabancı düşmanlığı, feodal yapılar, yoksulluk, sınıf savaşları, yalnızlık, intihar, büyük ihtilal ve savaşlar, defalarca muhteşem örnekleriyle yazıldı, artık bu evrensel temaları sırtında taşıyacak batının vicdanı kalmadı.
Batı'da keşfedilecek çok şey kalmadı, geriye orijinal tasvirler ve üslup ve dil kalıyor, ki, bir çok Batı dışı dillerde yazılmış eserlerin İngilizce’ye çevrilerek edebi özelliklerini kaybettiği açık bir gerçek.
Ve Nobel Edebiyat Ödülün'ün, batılı değerleri temsil ediyor gerekçesiyle bir çok Batı dışı ülkede sansür ve yasağa baskı oluşturmak için verilmesi sonunu getirdi.
Niteliksiz isim ve eserlerin politik baskı için ödüllendirilmesi edebiyat eserini siyasetin yanında yalnız bıraktı.
Devlet, yasa, gelenek, toplumsal baskı ve sansüre karşı çıkan romancılara verilmesi nedense son on yıllarda verilmesi en vazgeçilmez ‘kriter’ oldu.
Edebiyat eserinin büyüsü siyasetin çok dışındadır, politik olmak zorunda değildir.
Edebiyat eserinin üstüne Batılı değerleri temsil etmek zorunluluğu hiç yoktur.
Ve edebi eserin Batılı savaş makinelerinin politikasında figüran olmak zorunluluğu yoktur.
İşte size bir çok örnekten sadece iki tanesi:
Mesela Knut Hamsun nazi hayranı, bu yönüyle hala eleştiriyoruz, ancak çok kuvvetli bir romancıydı, verildi, mesela Tagore, İngiliz emperyalizmine karşı savaşmış, hem dindar hem milliyetçi bir Hintlidir, verildi.
Velhasıl, Nobel Edebiyat Jürisi'nin ödül verecek eser bulamıyor görüşüne katılmıyorum, şu cümle daha doğru, Nobel Edebiyat Jürisi tarafsız, yansız, siyasetsiz ‘ödül verecek gücü’ kendinde bulamıyor.
Sonuç, Nobel Edebiyat Ödülü bugünde yaşayan bir vicdan bulamıyor, elli yıl öncesinin sözlerini ödüllendiriyor.
Yani, Batı’nın ortadoğu’daki savaş makineleri, yoluna, batının vicdanını bitirerek ve batının büyük kurumlarını da çürüterek, devam ediyor.