Nostaljik bir ödül gecesi
Çok kısa aralıklarla iki ödül gecesi yaşandı. Her ikisi de “Türk Sinemasını Geçmişten Geleceğe Taşıyanlar Ödül Töreni” adını taşıyordu. Her ikisini de; T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü himayelerinde SE-SAM (Türkiye Sinema Eserleri Meslek Birliği) adına sinemamızın emektarlarından Yılmaz Atadeniz düzenledi.
İlkine Yeşilçam’ın tanınmış isimlerinin büyük bir çoğunluğu katıldı. Cemal Reşit Rey konser salonunda yapılan ikincisine ise, birincisinde unutulan, ya da çeşitli nedenlerle çağrılmayan-gelemeyen yine Yeşilçam ağırlıklı oyuncular, yönetmenler, yapımcılar, karakter oyuncularla bu sektörün yükünü omuzlarında taşıyan figüranlar katıldılar. İkincisi, Emek sinemasının yeni yerinde yapılan birincisi denli görkemli değildi ama, birincisine oranla daha sıcak, daha duygu yüklü daha çok da -deyim yerinde ise- Yeşiçmavari idi...
Yeşilçamvariydi... Çünkü coşkulu bir ödül töreninden daha çok, yitip giden bir sektörün arkasından yakılan bir ağıt ya da ne bileyim bir çeşit ritüel dozunda zaman zaman nostaljik tatlar, bir o kadar da, geçmişe takılı kalan bir dizi hüzünlü anılar içeriyordu... Kısacası ödül töreni böyle başlayıp böyle bitti...
Tören konuklarının önemli bir bölümünü, bir çoğumuzun adını bilmeyip beyazperdede simalarına aşına olduğumuz o, afişlere adları yazılı olmayanlar oluşturuyordu... Hepsi belli ki, kendileri için çok ama çok önemli bir törene gelmenin, katılabilmenin elverdiğince şıklığını taşıyordu. Çünkü gönderilen davetiyelerde erkeklerin koyu renk takım elbise, kadınların ise şık kıyafetlerle gelmeleri önemli rica edilmişti.
Sahneye önce gecenin anlamına denk düşen Yeşilçam orkestrası çıktı... İlk parçanın adı ise ; Mazide Kalanlar oldu... Bunu yalnızca solistler değil, aynı anda tüm salon söyledi... Ardından eski Yeşilçam filmlerinden oluşturulan bir bölüm geldi...Kimler yoktu ki o filmlerde...Onlar perdeye bir bir yansırlarken, koltuklarında oturanlar da onları bir bir cep telefonlarıyla bir kez daha ölümsüzleştirmenin heyecanla körüklenen telaşına kapıldılar... Sanki ilk kez izliyormuşçasına... Daha da ilginci, perdeye yansıyan kendi görüntülerini, garip bir selfinin gayreti içine girerek, telefonlarıyla çekme yarışına giriştiler... Bazen koltuklarında oturanların görüntüleri perdeye, kimi zaman da perdeye yansıyanların suretleri koltuklara karışıverdi... Hem perdede, hem de yanı başımızdaydılar...
Sonrasında nedendir bilinmez, Türk sinemasının başlangıcından günümüze aramızdan ayrılanlar teker teker yine aynı perdeye yansımaya başladı. Derken nostaljinin yerini hüzün, sonrasında da ise hüznün yerini, aramızdan ayrılanların geride bıraktıkları izler oranında hak ettikleri alkışları aldı... Ve hüzünle nostaljinin oluşturduğu bu garip kokteyl uzun bir süre Cemal Reşit Rey Konser Salonunun devasa salonunda geçmişle yaşanılan zamanın arasında yankılanıp durdu...
Ama esas dram bundan sonra başladı... Müslüm filminde oynayan Timuçin Eser’e ödülünü vermek için davet edilen Muhterem Nur, salondan sahneye değil de, sahne arkasından sahneye, tekerlekli sandalye ile geldi. Ama ne geliş... Tıpkı o eski siyah-beyaz Yeşilçam melodramlarının mendil ıslatan o bildik, tanıdık sahnelerinde olduğu gibi... Ödül mü, yoksa hüzün mü verdi, inanın hiç belli olmadı...
Ödüllerin dağıtıldığı o gece sanki zaman durmuştu... Akılda kalan ve de kalmayan, adları afişlere yazılıp yazılmayan, izlediğimiz onca filmin ünlü ünsüz yıldızları yanıbaşınızda ellerinizi uzatıp tutabileceğimiz bir yakınlıktaydılar. Ama geçmişe takılı vermeleriyle de bir o kadar uzak...
Hani derler ya yaşamın filmlerdeki gibi geri dönüşleri olmaz diye, sakın ha inanmayın...