23 Aralık 2024 Pazartesi
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Nüfus artış hızında büyük gerileme!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 4 Şubat 2021 tarihinde 2020 yılına ait Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi sonuçlarını açıkladı.

Toplam nüfus 83 milyon 614 bin 362 kişiye ulaştı.

Yıllık nüfus artış hızı ise, 2019 yılındaki binde 13.9’luk seviyeden, 2020 yılında binde 5.5’e geriledi. Böylece T. Erdoğan’ın en az üç çocuk yapın, şeklindeki, telkin ve tavsiyelerinin tam tersi bir yönelim ortaya çıktı nüfus gerçekleşmesinde.

Halbuki nüfus artış oranlarındaki azalma eğiliminin süreceğini konunun uzmanları, bilim ve aklın öncülüğünde yıllardan beri söylüyorlar.

Biz de bu köşemizde 2005 yılından bu yana en az 4-5 kez bunları yazdık

Sonuç olarak, 2018 yılında binde 14.7 olan yıllık nüfus artış hızı, 2019 yılında binde 13.9’a, 2020 yılında ise, daha da sert bir düşüşle binde 5.5’e gerilemiş oldu.

***

Bilim ve akıl yerine, dogmatik-yobaz ve ideolojik söylemlerin nüfusu arttırmaya yaramadığı ve yaramayacağı açık bir gerçek.

Gelişmeyi ve kalkınmayı nüfus artışlarıyla “özdeşleştirebilen” bilinçsiz bakış açıları, aslında nüfus artış oranlarında hızla gelişen tersine bu trendin farkında bile değiller sanırım.

Bizim gibi köyden kente göçlerin yoğun bir biçimde yaşandığı, çarpık kentleşmenin hüküm sürdüğü toplumlarda bir süre sonra nüfusun gelişim ve yelpazesinde belirgin ve ilginç bir sürecin yaşandığı gözlenmektedir. Söz konusu süreçte kentleşme olgusuyla birlikte nüfus artış hızı yavaşlamaktadır.

Bugün Japonya ve Almanya başta olmak üzere, birçok gelişmiş ve zengin ülke, kentleşme olgusuyla birlikte böyle bir süreç geçirmiştir. Hatta artık bu ülkelerde nüfus, oldukça yaşlanmış durumdadır. Ve ekonomik gelişmelerini sürdürebilmek için genç iş gücü ithaline ihtiyaç duymaktadırlar.

1960 – 1990 yılları arasında Güney Kore, Singapur ve Tayvan gibi ülkelerde yaşanan bu sürecin Türkiye’de de aynı çizgiyi izleyeceği tahmin ediliyor.

DEMOGRAFİK TEMETTÜ

Gerçekten de Türkiye’de kentleşme süreciyle birlikte nüfus artış hızında son 25 seneden beri her yıl belirgin bir düşüş yaşanmaktadır. Gelecek 10 – 15 yıllık süreçte, doğumlar azalacağı için, 15 yaşın altındaki nüfusun oranı da doğal olarak azalacaktır.

Böyle bir durumda, toplam nüfus içinde 15 – 65 yaş arasında çalışan genç nüfus oranı da artacaktır. Diğer bir söyleyişle çalışan bu nüfusun bakmakla mükellef olduğu nüfus ve çocuk sayısı da azalacaktır.

TÜİK tarafından yapılan nüfus programlamasına göre 2023 yılında 84,2 milyona, 2050 yılında 93,4 milyona çıkacağı tahmin edilen toplam nüfusun, 2075 yılında 89,1 milyona düşeceği ve gerilemeye başlayacağı ön görülüyor.

İşte bu süreç, Türk ekonomisinin ivme kazanması açısından değerli bir demografik eğilimdir.

Bizim gibi gelişmekte olan kentleşen birçok ülkenin de, yaşadığı bu sürecin, 30 – 40 yıl sürmesi ve ekonomiye ivme kazandırması ve geçiş toplumlarında sadece bir kez yaşanıyor olması; bu sürece “demografik temettü” adı verilmesine neden olmaktadır (Diğer bir deyimle, demografik fırsat penceresi).

Eğer bu tarihsel ve Demografik konjonktür yerinde ve doğru olarak değerlendirilebilir ise gelecek 25 – 30 yıl içinde toplumsal refahın 4 – 5 katına çıkarılması da mümkün olabilir.

“Demografik temettü’nün” toplumsal geleceğimiz, ekonomimizin ivme kazanması ve refahımız açısından bir şans olabileceği kanısındayım.

Ne var ki, böyle bir trendin farkında olan bu süreci ekonomiyi kalkış (take-off) aşamasına yöneltebilecek doğru, sağduyulu ve ulusal çıkarları esas alan akılcı politikalarla değerlendirilebilecek, deneyimli siyasi, ekonomik ve milli duruşu olan kadrolara ihtiyaç olacağı açıktır.

SALDIM ÇAYIRA MEVLAM KAYIRA…

Öte yandan, sürekli büyümenin ve gelişmenin en başta gelen unsuru ise nitelikli nüfustur.

“Saldım çayıra-Mevlam kayıra” zihniyetiyle teşvik edilen nüfus artışının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur.

Bir kere toplam doğurganlık oranı 2,1’in altına indiği takdirde, nüfus artış hızı da buna paralel olarak düştüğünde, toplam nüfusun ortalama yaşı (medyan yaşı) ve yanı sıra 65 yaş üstü nüfusun toplam içindeki payı artmaya başlıyor. Türkiye’de bugün 65 yaş üstü nüfus toplam nüfusun yüzde 9.5’ine tekabül ediyorken, örneğin 2023 yılında bu oranın yüzde 10.2’ye yükseleceği hesaplanıyor ki bu oranın da aşılacağı bugünden görülüyor. Mevcut nüfusa iş ve istihdam olanağı yaratamayan, imam-hatip seviyesinin üzerinde doğru-dürüst yeterli ve nitelikli eğitim ve mesleki beceri veremeyen bir toplumda, doğumların teşviki ve yakın geçmişte deneyip başarısız oldukları “altın” takma şovları tam bir nafile çabadır.

Dünyada robotların, uzay ve iletişim teknolojilerinin yapay zekanın öne çıktığı bugünün bilişim çağında, insanın nitelikli ve eğitimli olması, niceliğinden yani sayısından çok daha önemli olacaktır.

Diğer yandan 3-5 çocuk yapmak bile nüfusun yaşlanması gerçeğini değiştirmez.

Yaşlanmak büyüyen, zenginleşen, refah toplumlarının, sağlık ve diğer yaşam standartlarının gelişmesinin doğal bir sonucudur ve asla kötü bir şey değildir.

Niteliksiz nüfus, kuru kalabalıktır.

Saldım çayıra- mevlam kayıra diyenlerin halini görmek için, Müslüman çoğunluğa sahip birçok ülkedeki fakir halkın; kendi liderlerinin, feodal hanedanlarının, krallarının ve politikacılarının otoriter ve baskıcı yönetimleri altında ezilirken, onların telkinleriyle çok çocuk yapmak dışında bir yaşam aktivitesi ve hedefinden uzakta, yoksulluk ve işsizlik altında nasıl ömür tükettiklerine bakmakta ve bundan ibret almakta fayda var.

Ama bu kafalar bunu anlar mı? Şüpheliyim doğrusu…