ODTÜ’deki saldırının ardından: İnsan kirlenmesi -(TAMAMI)
Aydınlık okurlarının bildiği gibi, ODTÜ’de 24 Nisan 2013 tarihinde yapılan 11. Serhat Özyar Yılın Genç Bilim İnsanı Ödül Töreni taşlı, sopalı, şişeli bir yığının saldırısına uğradı. Bilim ve Ütopya Kooperatifi olarak, hem olayların gelişimini hem de saldırıya ilişkin değerlendirmemizi kamuoyuna duyurduk. Bu yazıda, saldırının ve olaya ilişkin bazı değerlendirmelerin yansıttığı “insan kirlenmesi” üstünde durmak istiyorum.
Bağnazlık ve gözüdönmüşlük gericiliğe özgüdür
Saldırıya tanık olanların en sarsıcı ortak gözlemi, saldırganların bağnazlığı olmuştur. Aynı bağnazlık, olayın ardından açık ya da utangaç biçimde saldırıyı destekleyen kimi açıklamalara da yansımıştır. Bağnazlık açısından, “Din elden gidiyor” ile “TGB’ye geçit yok” güdülenmeleri arasında herhangi bir fark yoktur. Aslında saldırının “bilim düşmanı” özü, bilimsel bir etkinliğe yapılmış olmasından çok, bağnazlığında yatmaktadır.
Bağnazlık, gericiliğe özgüdür. Aklın özgürleştirilmesinin ve bilimin karşıtıdır. Bilimde olgulardan sonuca gidilir. Bağnazlıkta “sonuca” baştan koşulsuz bir bağlılık söz konusudur. Bağnazın “bağlı olduğu sonuç” olgulara uymuyorsa, kabahat olgularda aranır. Olguların istenen sonuca uyacak biçimde çarpıtılması marifet sayılır. Bu sürecin giderek varacağı yer, “Yalan ne kadar büyükse, o kadar inandırıcı olur” formülüdür. Bağnazlık, üstünde bilimin değil, kör inançların biteceği bir topraktır.
Tarihin her döneminde “örgütlü gözüdönmüşlük” de, gericiliğe ait olmuştur. ODTÜ’deki saldırganların “gözüdönmüşlüğü”, aynı zamanda bu gözüdönmüşlüğü örgütleyenlerin nasıl bir toplumsal sistemi arzuladıklarının da aynasıdır. Kör inançlar yalnızca dinsel alana özgü değildir. Hangi kisve altında olursa olsun, kör inançları bağnazlıkla birleştirmek, etkili bir toplumsal mühendislik aracıdır.
“Ortalamacılık” bilim dışıdır
“Ortalamacılık”, bilime ait bir kavram değildir. Bilim gerçeklikten yanadır. Gerçekle gerçek dışı, saldırılanla saldıran, haklıyla haksız arasında eşit uzaklıkta durma çabası, gerçek dışını, saldıranı, haksızı güçlendiren bağnazlık zeminini beslemekten başka sonuç vermez. Saldırganlığın peşinden sürüklenen öğrencilerimizi bağnazlığın pençesinden kurtararak, bilime ve Türkiye’ye yeniden kazanmanın tek yolu da, bilim adına dik durmaktır.
Faşizmin zorba bir sokak gücüne ihtiyacı vardır
İçinden geçmekte olduğumuz dönemde üniversitelerimizde bilim adına dik durmak, sadece genel bir ilke olarak değil, yol açacağı sonuçlar açısından da yaşamsal bir önem taşımaktadır. Faşizmin her zaman zorba bir sokak gücüne gereksinimi vardır. “İmralı süreci”nde PKK’nin dağdan kentlere inmesi, AKP-PKK ittifakına böyle bir gücü oluşturmanın kapısını açmaktadır. Faşizm, en gerici güçlerin dizginsiz diktatörlüğüdür. Günümüzün en gerici gücü, AKP’yi de, PKK’yi de kendi “enstrümanları” olarak kullanan ABD emperyalizmidir. Bu koşullarda bağnazlığın zeminini kurutmak, özellikle önemlidir.
Bilimin ve sanatın önünü tıkayan insan kirlenmesine yol açar
Bilim ve sanat, insanın insani özünü en yetkin biçimde yansıtan etkinliklerdir. Bütün toplumsal sistemler, yükseliş dönemlerinde bilim ve sanatı destekler. Çünkü sistemin önünde kurulacak bir gelecek vardır. Dönüştürülecek dünyanın bilgisine de, o dönüşümü gerçekleştirecek istencin yaratılmasına da gereksinim duyulur. Sistemin insanlığın ilerlemesine yapabileceği bütün katkıları tüketmiş olduğu çöküş dönemlerinde ise, bilim ve sanatın önündeki en büyük tıkacı sistemin kendisi oluşturur. Buna “insan kirlenmesi”nin dalga dalga toplumun değişik katmanlarına yayılması eşlik eder. Bu kirlenmeden en az etkilenen sınıflar, geleceği kurmaya aday olan sınıflardır. İnsanlığın tarih boyunca özlemini çektiği, sömürünün tamamen ortadan kalktığı sınıfsız toplumda, bilim ve sanata kitlesel katılımın öngörülmesi boşuna değildir.
Bilim insanının bu ütopyayı kendi hayatında bugünden yaşamaya başlamasının yegâne yolu, gözlerini dünyaya kapatmak değil, bu ütopyanın gerçekleştirilmesine katkıda bulunmaktır. En seçkin bilim yuvalarımızdan birini oluşturan ODTÜ’nün önündeki görev büyüktür.