Öğretmenin kaderi ve geçiş evresi
Mehmet Eryılmaz, uzun yol arkadaşı Nuri Bilge Ceylan’la yapılmış söyleşileri içeren kitaba (“Söyleşiler”, Norgunk Yay., 2012) yazdığı önsözde şöyle demişti:
“Bilge’nin filmlerinde nihilistik eğilimleri olan bir karakter genellikle kendine bir yer bulur. Bu hem çevresinde gözlemlediği, hem de kendi içinde yakaladığı bir duygunun tezahürü olarak ortaya çıkar. Evrensel değerler sisteminin çöküşüyle birlikte dünya artık, anlam ve amaçtan yoksun hale gelmiştir. İşte bu noktada Bilge’nin de çok sevdiğini bildiğim Alman düşünür Nietzsche nihilizmi ‘patolojik bir geçiş evresi’ olarak görmüştür. İnsanlığın deneyimlemesi ve başına gelmesi gereken bir şeydir. Yani nihilizm, sancılı insanın mecburi yol arkadaşıdır.”
Bu saptama, Ceylan’ın son filmi “Kuru Otlar Üstüne”nin ana karakteri, Erzurum’un bir köyünde resim öğretmenliği yapan Samet için özellikle geçerli. Onun, karla kaplı bir coğrafyada, Ankara’daki Gar katliamında bir bacağını kaybetmiş İngilizce öğretmeni Nuray, aynı okulda çalıştığı ev arkadaşı Kenan ve diğer öğrencilerinden çok farklı bir ilişkisinin bulunduğu Sevim’in de dahil olduğu sancılı yolculuğu, anlam ve amaçtan yoksun bir dünyada, başlangıcıyla da bitişiyle de nihilizmi tarif ediyor.
“BEN BURADA NE YAPIYORUM?”
Tıpkı bu son filmine dair söyleşi ve röportajlarda Nuri Bilge Ceylan’a sık sık “Neden taşra?” diye sorulması gibi, Samet de sürekli olarak “Ben burada ne yapıyorum?” diye soruyor kendine. Samet’i tanıdıkça, onun ücra bir taşra köyünde değil de İstanbul’da, Ankara’da, Paris’te, Berlin’de, Hong Kong’da da aynı duygulara sahip olup kendine gene aynı soruyu soracağını anlıyoruz. Sonuçta, “İnsan, her yerde aynı insan.” Ceylan, “Coğrafya kaderdir!” sözünü ters yüz ederek, taşrayı ya da metropolü önemsemediğini gösteriyor, daha çok Samet’i çevreleyen atmosferin üzerinde duruyor ve karakterinin “patolojik bir geçiş evresinde” oluşunu vurguluyor. Bu nedenle, bir önceki film “Ahlat Ağacı”nın atanamayan öğretmeni Sinan’dan çok “Uzak”taki Mahmut’a benzetilebilir Samet. Aynı sinizm, aynı güvensem mi güvenmesem mi ikilemi, aynı hesapçılık, aynı erkeklik halleri…
Samet’in bireysellik-bireycilik ve örgütlü olmak-umutlu olmak konusunda uzun bir politik tartışmaya girdiği ve bir gece geçirdiği meslektaşı “devrimci-demokrat” Nuray ile sınıfta yerel şiveyle konuşmayan tek öğrenci olan Sevim’le ilişkisi de sadece erkeksi bencillikle bağlantılı bir anlam taşıyor. Nuray’a verdiği sözü tutmaması, Kenan’ın canını acıtmak istemesi, çantasında bulunan mektup konusunda küçük öğrencisi Sevim’e yalan söylemesi ve sonra da otorite sahibi olmanın tadını çıkarması, “dışındayım” dese de Samet’in o büyük sürünün içinde yer aldığının göstergeleri. Bir yandan haksızlığa uğrayan ama haksızlık da yapan, bir yandan acı çeken ama acı vermeyi de seven bir karakter karşımızda.
SENARYO DOLU DOLU
“Kuru Otlar Üstüne”, bazı özellikleri nedeniyle de “ilklerle” dolu bir film. Ceylan, Nuray’ın öyküsünden ve sürekli yağan kardan da kaynaklanan biçimde genel bir hüzün duygusunun yanında, ilk kez bu kadar esprili bir film çekmiş durumda. Öte yandan ilk kez, seyirciyi şaşırtan yabancılaştırıcı denemelere girişiyor ve bunu “Kuru Otlar Üstüne”deki gerçekçilik duygusunu zedelemeden başarıyor. İstisnasız her yan karakterin de başlı başına bir film konusu olabilecek öyküye sahip olduğunu duyumsatarak suya atılan taş misali genişleyen senaryo da bir Nuri Bilge Ceylan filminde şimdiye dek görmediğimiz kadar dolmuş taşmış durumda.
Filmin oyuncu kadrosu tümüyle çok iyi. Deniz Celiloğlu, Merve Dizdar, Musab Ekici, Ece Bağcı, Erdem Şenocak her türlü övgüyü hak ediyorlar ama Yüksel Aksu’ya da özel bir parantez açmak gerekli. Loş dükkânında oturan sosyal içici Vahit rolündeki deneyimli yönetmen-oyuncu Aksu’ya özel dikkat.
Herhangi bir ilhamdan ya da etkilenmeden söz etmiyorum, yalnızca çağrışım; “Kuru Otlar Üstüne”yi seyredince aklıma gelen ilk film, Andre Cayatte imzalı, öğrencisine cinsel tacizde bulunduğu iddia edilen bir öğretmenin öyküsünü anlatan ve bizde “Öğretmenin Kaderi” olarak bilinen “Les risques du metier” (1967) oldu. Roman olarak ise Selim İleri’nin “Yaşarken ve Ölürken”i canlandı zihnimde. Bu iki eser de bir biçimde “Kuru Otlar Üstüne”nin yol arkadaşları bence.