Okullar açılırken sinir bozucu bir yazı!
Birkaç gün sonra okullar açılıyor. Gündem mâlum; yeni müfredatta ne olacakla, eğitim ekonomisi.
Bakan danışmanlığı yapmış, eğitimci-yazar bir babanın ve eğitim dünyasının içinde bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Her eğitim şûrası evimizde yoğun gündem olurdu. Kendimi kısmen de olsa o dünyanın içinde bulup olanı biteni yakından yaşardım.
Yıllarca danışmanlığını yaptığım okullarda, özel ve devlet üniversitelerindeki hocalık yıllarımda gördüğüm tek şey; yanlış dikilmiş, milletin bedenine uymayan, oturmayan, konfeksiyon giysileri andıran bir sistemin varlığı ve sürekli değişmesiydi.
Bu yıl da veli, öğrenci, tedirgin, gergin, şaşkın ve kafalar karışık. Velinin temel derdi, nihai hedefi; ''çocuğum hangi okulu kazanacak ve bunun için ne kadar masraf yapacağım? noktasındadır. Süreç bireyleri yıllardır tam anlamıyla sığ bir alana sıkıştırmış durumda.
Çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren aileler kendilerini aldatmaca ve ekonomik şartlanmalarla tuzaklanmış bir dünyada buluyorlar. Sağlık, bebek ürünleri, gıda, temizlik derken en gövdeli ve uzun süreli tuzaklamalar da eğitim alanında.
Eğitim dediğime de bakmayın hani… Yıllardır çocuklarımızı yarı ''androidler'' haline getirmek için ısrar ederek, üzerine bir de servet ödediğimiz bir sistematikten bahsediyorum. Neredeyse memeden kesilen çocuğu ana kucağından söküp servislere tıkıyor ve bol reklamlı okul öncesi ''emanetçi dükkanlarına'' teslim ediyoruz. Vicdanlarımızı aklamak için de ''İngilizce öğreniyor ama!'' diye garip bir halüsinasyon yaşıyoruz.
Sonrasında ''Üniversite'' saplantısı ve ''Diploma şımarıklığı'' yarışına girip çoktan seçmeli bir çaresizliğe terk ediyoruz körpecik bedenleri. Hedefte her ne olursa olsun üniversite var… ''Hem elâlem ne der? sonra rezil oluruz'' var. ''Bizimki de kazandı'' var. Kazanacağız derken neleri kaybettiğimizin farkında mıyız sizce?
Peki hangi üniversite? Mahalle başı açarak övündüğümüz binalar mı, yoksa vakıf aldatmacası arkasındaki dükkanlar mı? Özel girişime ihâle edilerek ya da her memlekete ''üniversite'' açacağım sayısallığı ve oluşturulan zorunlu kadrolarla! ortaya çıkan sonuç aşikârdır. Bu tespit tabii ki genelleme değil ama görünen köyü de birinin tarif etmesi gerek diye düşünüyorum. Bu alan ile ilgili tecrübelerimi de! bir ara sizinle açık açık paylaşırım.
Dayatılan neoliberal-kapitalist sistem, açgözlü sırıtkanlığı ile durumunu her alanda, her geçen gün sağlamlaştırmaktadır.
Bu durum yeni mi? Hayır… Eğitimde neo-liberal, teslimiyetçi ve kapitalist yol haritası yılların mutabakatıdır. Eğitim tarihimizde dönemler arası sert geçişler olsa da kapitalizmin ve emperyalizmin tekelleşmesine karşı durulamamış tam tersi neredeyse ittifakla desteklenmiştir.
‘Modern’ Devlette eğitim kaçınılmaz olarak ideolojik bir faaliyettir.
Onun içindir ki sağlam bireyden ziyade sadık vatandaş formülünü ön görür. Sadık vatandaş, sistemin çarkları arasında sıkışıp kalan Şarlo'nun adeta ''Modern Zamanlar'' figürüdür. İşte bu figür eğitimsizlikle değil aslında dayatma eğitimle yaratılır! Oysaki gerçekte eğitimin, çocukluktan başlayarak devam eden sosyalleştirme ve kültürleme süreci olması gerekir.
Eğitim sistemimizin bu hale gelmesindeki temel etken başlangıçtaki ideolojik aşırılıklar ve sonrasındaki sapmalardır. Demokrat Parti Dönemi’nde Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin Amerika’ya bağlı bir eğitim sistemi oluşturması teslimiyetin tohumlandığı yıllardır. 1973'te yetiştirilmek istenen insan tipinin, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu1 ile tanımlanması, 80 sonrasındaki çözülmeler, ideolojik kutuplaşmalara karşı batıcı, İslamcı bir toplumsal yapının hedeflenmesi ve Türk-İslam Sentezi çizgisine kayış da dahil, hepsi ciddi kırılmalardır.
Özal döneminde özel okulculuğun ve vakıf formülü ile özel üniversitelerin önünün açılması geri dönülmez bir yolun başlangıcı olmuştur. Kapitalizm hem ideoloji hem de ekonomi olarak tüm sistemi etkisi altına almış ve hatta yan sanayilerini de oluşmuştur. Laboratuvar okullar, bilgisayar sınıfları, akıllı tahtalar, ithal dil kitapları bağımlı tüketim ekonomisini yerleştirmiştir. Fatih Projesi de bu işin zirvelerinden biridir!
AKP döneminde süreç devam ederken şu an kapatılmış olanlar da dahil cemaat okulları ile daha da işin içinden çıkılmaz bir kulvara girilmiştir. Sonunda her deneme günümüze bıkkınlık, yorgunluk ve güvensizlik getirmiştir.
Ne yapmalı?
Öncelikle, aileler durumun farkında olup çocuklarını yönlendirirken emperyalizm ve kapitalizmin, neoliberal yöntemlerle dayattıklarına karşı uyanık ve öz güvenli olmalıdırlar. Diplomalı işsizlere değil, her alanda üreten iş gücüne ihtiyacımız olduğu gerçeği artık kabul edilmelidir.
Milli ekonominin ivedilikle kalkınması için her meslek alanında masa başından çok alanda çalışacak kadrolara ihtiyaç vardır. Utanılacak meslek asla yoktur. Tarlaları, fabrikaları ayağa kaldırmak bu alanları göçmenlere ihâle etmekle değil, üretim devrimini gündeme almakla hayat bulur. Kazanca gelince: etrafınıza dikkatlice bakın bu alanlar kalifiye elemana neredeyse bürokrat düzeyinde ekonomi sağlıyor.
Sonuç; bu yazdıklarıma kızmayınız, empati yapıp kendinizi kötü hissetmeyiniz. Tek mesajım şu; sevin artık çocuklarınızı ve onlar üzerinden hayal kurup, evlatlarınızı, psikologlara, danışmanlara, koçlara, anti-depresanlara mahkûm etmeyin! Durum ciddi!
Dipnot: Prof. Dr. Sadık KARTAL, Türkiye’de Eğitim Politikalarının Dönüşümü: 1980 ve Sonrası/Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD) Eurasian Journal of Researches in Social and Economics (EJRSE) ISSN:2148-9963