Ölçü, terazi bozulmasın
Yazarken, konuşurken, eleştirirken ya da desteklerken ölçü kaçarsa eylemin niteliği değişiyor, amacına hizmet edemiyor. Ölçü-terazi bozulunca geriye bir şey kalmıyor.
Özgürlük denilince tramvayın önüne bile yatabileceğini düşünen hastalıklı kafa iyileşmiyor bir türlü ve her virüsten daha büyük belasıdır bu memleketin.
FARK ÖLÇÜSÜ
23 Nisan’da ‘’LGBT’li çocuklar vardır’’ diye afişler basarak çocukların cinsel istismarını alkışlayan CHP’li Kadıköy ve Şişli belediyelerinin, ‘’9 yaşında çocuk ile evlenilebilir’’ diyen sapkın kafalardan ne farkı var?
Diyanet İşleri Başkanlığı bir cumhuriyet kurumudur, kuruluş amacı cumhuriyet için hayatidir. Zaman içinde başına gelen yöneticiler hatalar yapabilir ve biz de bunları eleştirebiliriz, ama… Her fırsatta ‘’Diyanet kapatılmalıdır’’ diyen kafaların, sırf içlerine FETÖ’cüler yuvalandı diye askeri liselerin kapatılmasını onaylayanlardan ne farkı var?
Salgından dolayı topluluk halinde bulunma yasağına rağmen, 23 Nisan bile evlerde kutlanmışken; 1 Mayıs için topluca Taksim’e yürümek isteyen ve buna izin vermeyen polisle arbedeye giren DİSK Yöneticilerinin ve arkalarındaki zavallıların, salgından dolayı kapatılan camilerin kapılarını tekmeleyenlerden ne farkı var?
Fatih Altaylı LGBT tartışmasına bana göre ölçüsüzce girdi ‘’inanç vergisi ödensin inanmayanlardan, camileri kullanmayanlardan alınmasın’’ dedi. Ama Diyanetin imam ya da gassalları ölenin cinsel tercihini gerekçe göstererek hizmet vermekten kaçmıyordu ki, DİB sadece eşcinsellik konusuna dinin bakışını paylaşmıştı… Kimse böyle bir cevap vermedi ama MHP’li Cemal Enginyurt: ‘’ilk gördüğüm yerde düşman muamelesi göreceksin’’ dedi.
Yani…
Ölçü kaçınca ifrat ile tefrit arasında savrulma başlıyor, iyi ile kötü birbirine karışıyor ve işler bir daha toparlanamıyor işte… Eskiler boşuna dememiş, boğaz dokuz düğüm, dokuz düşün bir söyle…
DENGE ÖLÇÜSÜ
Bildiğiniz gibi iktidar, dışa karşı ‘’denge politikası’’ izliyor, başka deyişle her tarafı idare etmeye çalışıyor.
Ama bunun da ölçüsü kaçalı çok oldu. Bu yüzden…
Mesela bir taraftan Suriye’de bir PKK devletçiği kurulmaması için mücadele ediyor şehitler veriyoruz, ama diğer yandan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, PKK’ya binlerce TIR silah veren, FETÖ’yü kullanan ve koruyan ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’e Suriye konusunda işbirliği teklif ediyor. Hem de ABD destekli HTŞ, Türk ordusuna saldırdıktan hemen sonra…
Türkiye tam yüz yıldır Ermeni soykırımı yalanı ve onu kullanan emperyalist baskıyla boğuşuyor ve Perinçek-İsviçre davasında alınan AİHM kararı bu yalanı tarihe gömdü. Ama yine İbrahim Kalın 24 Nisan’da bu tarihi zaferi hatırlatmak ve iddiaları reddetmek yerine tarih tartışması daveti yapıyor.
Irak merkezi hükümeti, ABD destekli Barzani Peşmergelerinin Kerkük’ten sökülüp atılmasında bizimle ittifak yaptı ve ABD güçlerinin Irak’tan çıkması için meclis kararı aldı. ITC Başkanı Erşat Salihi birkaç gün önce Süleymaniye’den Kerkük’e gelip hiç durdurulmadan ve aranmadan geçerek Mahmur’daki PKK’ya gönderilen 5 TIR teçhizatı twitter’dan ilan etti. Ulusal Kanal’dan başka haberini yapan olmadı. Hemen arkasından da Kerkük İstihbarat Müdürlüğü’ne ABD destekli DAEŞ tarafından intihar saldırısı yapıldı. Erşat Salihi bu saldırının Irak Merkezi hükümetinin Kerkük’teki otoritesini yıkmak için yapıldığını söyledi. Hedef Barzani peşmergelerinin Kerkük’e dönmesin sağlamak. Salihi bu tweet’i yazmadan önce mutlaka Türk makamlarının da bundan haberi oldu, ama tek kelime edilmedi, hiç tepki gösterilmedi. Ne olacak, Barzani’nin Kerkük’e dönmesini ve yeniden bağımsızlık ilan etmesini mi bekleyeceğiz?
Korona filan derken düşman boş durmuyor, ama bizimkiler hala ölçüsü kaçmış dengenin peşinde…
PEDOFİLİ ÖLÇÜSÜ
CHP’deki akıl tutulması, koskoca ana muhalefet partisinin 23 Nisan afişleriyle çocuk istismarını alkışlanmasına kadar geldi. Bu zaman kadar LGBT ile beraberlikleri bir yana ama bu hareket kabul edilemez. Kadıköy ve Şişli belediyeleri hukuku, bilimi ve insanlık vicdanını da ayaklar altına alarak çocukları da cinsel sömürünün bir parçası haline getirdi.
Sonraki tartışma daha beter, çocukların maruz kaldığı vicdansız sömürü unutuldu ve konu eşcinsellik üzerine yoğunlaştı. Savunanların bazıları çağdaşlıktan dem vurdu, bazıları da tanıdıkları eşcinsel arkadaşlarının ne kadar iyi insanlar olduklarından… Akıl firar etti, koca koca köşe yazarları konuyu muhalif mevkilerine çekerek Diyanet üzerinden iktidara yüklendi. Eleştirenler de eşcinselliği odaklayan bir tavır aldılar.
Oysa başka bir yere bakmak gerekiyordu: LGBT…
Herkesin yapabileceği bir şey yaptım ve LGBT’nin internet sitesine girdim. Ne kadar şeffaf olduklarını göstermek için hesap dökümlerini yayımladıkları ilanı vardı, tıkla-indir yazan yere tıklayınca hesaplar değil çeşitli emlak ilanları açıldı. İlk sayfada yaptıkları başka bir duyuruda ‘’transx İstanbul’’ isimli filmi kendilerinin yapmadığı, mali yükümlülüklerini İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı’nın üstlendiği yazıyordu. Adını ilk kez duyduğum filmin yönetmeni, tuhaf bir şekilde hakkında internette hemen hiçbir bilgi olmayan Maria Binder’di. Sadece birkaç fotoğraf ve yönetmen olduğunu yazan beş satırlık bir özgeçmiş. ‘’Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cludia Roth ile Türkiye ve Kürdistan’da LGBTİ aktivistlerinin yaşadıkları sorunlar ve Gezi’den 1 Mayıs’a LGBTİ eylemliliği’’ isimli tartışmadan sonra çekilen toplu fotoğrafı gördüm. Sonra Trans İstanbul filminin fragmanını izledim. Söz konusu film, açılım dönemlerinde pek çok yerde gösterilmişti. Filmde röportajı veren Ebru Kırancı, daha sonra İpek Kırancı adıyla HDP milletvekili aday adayı olmuştu. Başka bir yerde ise adını İpek Kırancı Binder olarak yazdığını gördüm. Kafam iyice karıştı.
Bu yönetmenin yaptığı diğer filmler hakkında da pek fazla bilgiye ulaşamadım, Transbut.net isimli sitede belli belirsiz yazılmış birkaç belgesele ulaşmaya çalıştım. Söz edilen üç filmden sadece birini bulabildim, Bir Alman şair ve Afro-Alman hareketi hakkında olduğu söylenen ve hemen herkesin bir kamera ya da cep telefonu ile yapabileceği 28 dakikalık bir video kaydı idi. Karşımda gerçekten bir yönetmen mi vardı, yönetmen maskesi mi?
Sonra İKGV’nin sitesine baktım, Finlandiya Büyükelçiliğinin katkılarıyla güncelleniyormuş. Gülseven Yaşer’den Yavuz Donat’a, Nurettin Çarmıklı’dan Ersin Faralyalı’ya uzanan geniş ve çeşitli bir kurucu ve mütevelli listesi ile karşılaştım. Bazı isimleri görünce şaşırmadım desem yalan olur.
Sonra vakfa desteklerinden dolayı teşekkür edilen kurumlara baktım, daha çok şaşırdım Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı Genel Müdürlüğü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı (İŞKUR), İstanbul Valiliği, Beyoğlu Kaymakamlığı, İBB başta olmak üzer bazı belediyeler, NTV, Alman Ekonomik İşbirliği (GTZ), ABD Büyükelçiliği, Anglican Church, Istanbul, Asian Dub Foundation, Avrupa Birliği (EU), BM Kalkınma Programı (UNDP), BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), BM Nüfus Fonu (UNFPA), vs, vs, vs…
Yani… Ölçüsüz AB sevdasının muhalefeti, devlet kurumlarını ve o listelerde ismi olan koca koca insanları getirdiği yer, pedofiliyi özgürlük diye normalleştirmeye kalkan karanlık oluşumlara, bilerek ya da bilmeyerek destek olmak. Herkes şapkasını önüne koyup düşünmelidir artık, kimlere ve ne için destek olduğuna bir kez daha bakmalıdır. CHP o iki belediyeyi ve LGBT ile işbirliğini, hükümet bu vakfa ve varsa benzerlerine verilen destekleri, kurucu ve mütevelli listesinde adı olan zevat da nerede durduklarını yeniden gözden geçirmelidir.