22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Olmayacak duaya âmin!

Ekrem Kahraman

Ekrem Kahraman

Eski Yazar

A+ A-

Yıllar önce bir arkadaşımla, dönemin giderek yükselen siyasi sıkışıklığına ve ekonominin gidişatına bakıp -hep olduğu gibi- önümüzdeki süreçte aşırı borçlanmaktan -özellikle de döviz üzerinden- kaçınılması ve tedbirli olunması gerektiğini konuşmuş, kendisini ısrarla uyarmıştım. O da bana “Aptal mıyım ki borçlanayım?” diyerek tepki bile göstermişti.

Çok geçmedi; birden dönemin cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le Başbakan Bülent Ecevit arasındaki o ünlü tarihsel atışma patlak verdi ve ekonomi bir gecede çöktü.

Hiç unutmam: Sakıp Sabancı bile çıkıp dedi ki: “Hepimiz bir gecede yüzde 40 fakirleştik!”

BEN GELİYORUM DİYEN FELAKET

Arkadaşım mı? Sanki hiç konuşmamışız gibi bir feryadı figan ki evlere şenlik... Meğer daha telefon konuşmamız biter bitmez önceden beridir sürdürüyor olduğu bir kira sözleşmesine, dolar üzerinden ödemek üzere, basmış imzayı.

Vay efendim o kirayı şimdi nasıl ödeyecekmiş?

Son zamanlarda her alanda her çevrede çok daha görülebilir bir hızla yükselen siyasi, sanatsal, toplumsal, ekonomik vb. verilere bakınca bu konuşmamızı özellikle paylaşmak istedim.

Her şey o kadar bağıra bağıra “ben geliyorum” diyor ki siz bunu göremezseniz, görmek istemezseniz neyi nasıl çözeceksiniz ki? Hadi kafanıza taş düştü de gördünüz diyelim; gördüğünüz şeyin gerçekte ne olduğunu anlayamaz ve seçimlerinizi ona göre yapmayıp da gevşek davranırsanız, sonunda varacağınız yer ya çürüme, ya iflas ya da yenilgiden başka ne olabilir ki?

ABD’ye, AB’ye, Ortadoğu’ya, Suriye’ye, Irak’ın Kuzeyi’ne, Barzani Referandumu’na hatta Contemporary İstanbul Fuarı’na, sanat ve kültür alanlarında yaşananlara yaşanacak olanlara bakarsanız ne demeye çalıştığımı herhalde anlarsınız?

NE UĞRUNA NEYİ?

Önceki gün Ahmet Hakan, Hürriyet’teki köşesinde yazdı: FETÖ’den 14 aydır tutuklu Zaman gazetesi yazarı Şahin Alpay mahkemede özetle diyecekmiş ki: “Bilseydim bir gün bile Zaman gazetesinde yazmazdım. Gülen Hareketi mensuplarının bir askerî darbe girişiminde şu veya bu ölçüde rol alabilecekleri aklımın ucundan dahi geçseydi, asla yazmazdım. Pişmanlık duyuyorum. Bu hareketin karanlık yüzünü göremediğim için fena halde yanıldım. Beraatımı istiyorum. Tahliye edilmemi, ömrümün kalan birkaç yılını da eşim, çocuklarım ve torunlarımla geçirmeme izin vermenizi diliyorum. Bundan böyle hayattan ailemle birlikte olmaktan başka hiçbir beklentim yok!”

Oysa daha birkaç yıl öncesine kadar, “Hizmet Hareketi’nin polisi, yargıyı, devleti ele geçirdiğine, Fetullah Gülen’den, ‘cemaat’ten emir alarak ‘milli orduya, milli iradeye’ kumpas kurdukları bana göre tam bir safsatadır. Gülen’in şiddetle ne alakası var, ulan siz kimi kandırabilirsiniz?” diye yazabilen de kendisidir.

Şu altüst oluşa bakar mısınız? Nereden nereye, neyden neye?

MERHEMİ OLSA

Yine yıllar öncesinden, bu defa da ulusalcı diye bilinen edebiyatçı yazar bir arkadaşımla ilgili bir hikâye: FETÖ’cü bir gazetede köşe yazması için kendisine yüklü miktarda para teklif etmişler. Demesine göre, öyle bir para ki, “hayatı kurtulacak!” Fakat bir türlü karar veremiyor. Kafası başka, içi başka konuşuyor. İki arada bir derede yani...

Görebiliyor ki, neyi seçerse aslında kaderini de seçmiş olacak. Bir gün oturup konuştuk kendisiyle, söyledim düşüncemi. Fakat yine de artısıyla eksisiyle hesaplaştı durdu bir süre kendisiyle ve sonra da o teklifi kabul etmedi. İçim rahatladı.

Arkadaşım şu an belki parasız pulsuz ama dimdik ayakta. Alpay ise hem hapiste hem de ailece torunlarıyla yaşayabilmek için günah çıkarıp yargıdan adalet talep ediyor.

İtiraf edeyim ki sadece bu “insani” trajedilere, siyasi altüst oluşlara değil, ülkemin haline de hem içim yandı hem üzüldüm çok. Saygısızlık etmek istemem -insandır- ama yine de demek zorundayım: Yıllarca bu topluma bu insanlar yol göstermediler mi akıllarınca? Oysa kendilerine merhem olamadı düşünceleri...