24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ölmüş de ağlayanı yok: Edebiyat krizdedir

Kaan Eminoğlu

Kaan Eminoğlu

Eski Yazar

A+ A-

Kriz kelimesi sözlük anlamı itibarıyla farklı çağrışımları barındıran bir yapıya sahip. Bizim gibi ekonomik buhranları sık sık yaşayıp toparlanma mücadelesi veren ülkelerde kriz denilince akla gelen ilk tanım “ekonomik dar boğaz” oluyor. O yüzden Türkiye’de kriz kelimesi kullanıldığı vakit ilk akla gelen 2001 Krizi denilen finansal bunalım süreci oluyor. Oysa ekonomik çalkantı krizin sadece bir yönünü işgal eden bir tanım. Çağrışım gücü yüksek olan kriz kelimesi bazen fizyolojik bir durumu (Sinir krizi geçirdi.) bazen beslenme gibi bir ihtiyacı (Tatlı krizim geldi.) bazen de iletişimde yaşanan sorunun yarattığı bir bunalımı (İki ülke arasındaki kriz arttı.) işaret ediyor. Kriz ve edebiyatı aynı torbada taşımak isteyen bir yazı yazılmak istendiği vakit ilk yapılması gereken kriz kelimesinin güçlü çağrışımlarının hatlarını çizip edebiyatla ilişkisini gün yüzüne çıkarmak olmalıdır. Bu yüzden insan hayatını etkileyen ilk krizden son krize kadar geçen sürecin tahlil ve tenkidi yapılması gerekmektedir.

İnsanın hayatı bir krizle başlar, anne karnındaki güvenli ortam terk edilir ve bir anda sınırları bilinmeyen bir dünyaya gözler açılır. Koruma duvarları kalkmış, kişi her türlü tehlikeye maruz kalabileceği tekinsiz bir yere adım atmıştır. Bu adım korku vericidir. Duyusal özellikleri gelişmemiş, kendini koruyabilme yetisi olmayan kişi ilk krizle karşı karşıya kalmıştır. Bu krizin adı güvenlik krizidir. Güvenlik krizi kişi için büyük bir bunalım durumudur. Bu bunalım hâlini aşabilme konusunda kişinin en büyük yardımcısı annedir. Anne krizin hafif atlatılması için koruyucu kalkanlarını her daim bebeğin üzerinde tutar. Ona güvenlikli bir alan yaratabilmek için çabalar. Bu çaba sonucunda bebek ile anne arasında bir sevgi bağı oluşur. İlk ve en korkunç krizi aşmada kişiye yardımcı olan anne figürü kişinin belleğine kazınır ve hayat boyunca bir sevgi öznesi olarak anılır. Krizi aşmada kişiye yaptığı yardımlar edebiyat yaratımını da doğrudan etkileyen bir sürecin başlangıcıdır. Edebiyatımızdaki anne temalı şiirlerin niceliksel fazlalığı bu ilk krizin kişi üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır. İlk krizi aşmamıza yardımcı olan anne figürü sanatçının sanatsal yaratımına ödenemez, ödenmesi teklif dahi edilemez bir borç şeklinde girer.

Abdülkadir Budak’ın “Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim” şiiri krizin yaratıcılığa olan etkisinin güzel örneklerinden birisidir:

“Annem öldü, düşüyorum, koptu salıncağın ipi
Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi”

Annenin ölümüyle güvenlik algısı zedelenmiş, konfor alanı daralmıştır. Anahtar ve kilit kişinin güvenliğini sağlayan (can, mal vs.) eşyalardandır. Kişinin anne ile birlikteliğini anahtar ve kilide benzetmesi, ilk krizden çıkarken annenin kişiye sağladığı güvenlikli konfor alanına duyduğu özlemin dışavurumudur. Bu güvenlikli konfor alanı kaybedildikten sonra yaratıcı özne güvenliğinin tehdit altında olduğunu ilk krizdeki korku anlarına geri döndüğünü imlemektedir.

Abdülkadir Budak’takine benzer bir durum Necip Fazıl’da mevcuttur. Anne sevgisi aşırı bir özlem ve korunma içgüdüsüyle şiire sirayet eder:

“Anne girdin düşüme.
Yorganın olsun duam;
Mezarında üşüme.”

Burada mezardaki bir kişiye (anneye) dilenen yorgan, ilginç bir durumu da işaret eder. Şair, masum (çocukça) korkulara karşı bir savunma aracı olan yorganı anne için de dilemektedir. Çocukların korku anlarını yorganın altına geçerek geçirmeleri ve o korkunun uykunun içinde yok olmasını bekledikleri masum hisler burada da tezahür etmiştir. Necip Fazıl, kendisi için koruma kalkanı olan ilk krizi başarıyla aşmasını sağlayan anneye kuvvetli bir bağlanışla adanmış bu şiirinde kendi krizini aşmasında önemli bir işleve sahip olan annenin ölümden sonraki krizi aşması için bir dilekte bulunarak kurgulamıştır şiirini.

İkinci kriz alanı ise ergenlik dediğimiz süreçte yaşanan çalkantılı ve çatışmacı dönemi ifade eder. Bu dönemde hormonal aktifliğin de etkisiyle hareket eden kişi çocukluktan bireyliğe geçme sürecinde olduğu için öznelliğini kazanma arzusuyla büyük çatışmalara girer. Çatışma toplumla, toplumun dayattığı değerlerle, sistemle, arkadaşlarla ya da aileyle olabilmektedir. Her ne kadar çatışmanın farklı adresleri olsa da bu dönemki en büyük krizi aileyle yaşanan çatışma oluşturur. Anne ya da baba aşılması gereken bir engel, hayatın yaşanması yolunda bir ayak bağı ya da arzulara ket vuran birer kural kitabı olarak kişinin zihninde kodlanır. Bu kodlama şiddetli çatışmanın da fitilini ateşler. Anne ve baba beğenilmemeye başlanır. Onlarla yapılan aktiviteler birer utanç vesikası hâlini alır. Ebeveynlerin fiziksel, sosyal ve iktisadi durumlarından duyulan rahatsızlık gün yüzüne çıkar. Bu çıkış hormon güdümlü krizin aşılmasını zorlaştıran ana etkenlerden biridir. İkinci kriz döneminde yaşanan çatışmalar iyi ya da kötü bir şekilde aşılsa da histerik aile ilişkilerinin kalıntıları edebiyatçının belleğinden çıkmaz. İkinci krizdeki çatışma alanları edebî yaratıcılığa belli bir noktadan sirayet eder. Bu krizin edebî doğurganlığını göstermek için Altay Öktem’in “Teşekkür Ederim Baba” şiirinde karakteristik etkileri bakmak yerinde olacaktır:

“teşekkür ederim baba, kırılgan bir yaz
tozlu urbalar, gri bulutlar bıraktın bana
taş duvarlar bıraktın, birkaç metre telörgü
gözaltları kırışmış mor bir kelebek
bıraktın. uçmak adına

teşekkür ederim baba

kapıları zorluyor karanlık bir gelecek
taşlar yakıştırıyor başımıza çürük hurma dalından
suçlu bir peygamber çiçeği gibi uzatıyor boynunu
rengini kaybeden gece”

Şiirde ergenlik dönemiyle başlayan ve doğumdaki kriz kadar başarılı bir şekilde atlatılamayan ikinci krizin etkileri bariz bir şekilde kendini göstermektedir. Şiirdeki baba ile oğul bir çatışmanın iki uç tarafını temsil etmektedir. Baba, elindeki sosyal, iktisadi ve fiziksel gücün imkânlarıyla oğulun tüm isteklerini ketleyen bir telörgü, metaforik bir benzetme ile açıklarsak da bir kelepçe işlevi görmektedir. Elbette bu algı ergenliğin yarattığı krizin abartılı bir dışavurumudur. Ergen, benmerkezci karakteri ile her istediğini yapma hakkını ve ehliyetini kendinde gören çocukluktan yetişkinliğe geçiş aşamasında olan kişidir. Ancak bu geçişte bir kılavuza (ebeveyn) ihtiyacı vardır. Kılavuz ile yolcu (ergenlikten yetişkinliğe geçişteki durum) arasındaki ilişki mutlak bir krize gebedir. Kriz yönetimi başarıyla sağlanamazsa ve aşırı kontrolcü tutum sergilenirse yolcu kendini hapse alınmış gibi hissedecektir. Kriz yönetiminin diğer başarısızlık sebebi ise aşırı serbestliğin sonucunda ortaya çıkacaktır. Tecrübesiz ergen özgürlüğüyle baş başa kaldığı ilk anda hata yapacak ve belki de bu hatanın bedeliyle bir ömür yaşamak mecburiyetinde kalacaktır. Kılavuzun varlığını hissettirmeden yapacağı kılavuzluk en başarılı kriz yönetimi hamlesi olacaktır. Ancak başarılı kriz yönetimleri başarılı eserin yaratımı için bir engeli de beraberinde getirecektir. Çünkü tüm nitelikli edebiyat eserleri aşılamamış bir krizin ürünüdürler. Aşılamamış her kriz yeni bir yaratım imkânı doğurur. Var olanı aşamayan sanatçı var olanın yerine kendi tasarladığını koyar. Kendi tasarımı var olanın eksikliklerinin giderilmiş, ütopikleştirilmiş hâlidir. Şüphesiz ki ütopikleştirilmiş tasarımlar kendine ortak bulma (okur bulma) konusunda ütopik olmayan tasarımlara göre çok daha şanslı olacaktır.

Edebî yaratımı tetikleyen üçüncü kriz ise yaşlılık krizidir. Bedenin eski formuna duyduğu özlemin arttığı bu dönem ölüm korkusunun varlığını iyiden iyiye hissettirdiği bir süreçtir. Bedensel zafiyetler, hastalıklar, enerji düşüklüğü, hormonal yavaşlama kişideki üretim gücünü azaltan etkenler olarak bu dönemde ortaya çıkar. Dünyadaki sayılı günlerin ağırlığı kişiyi bunalıma sokar. Bu seferki bunalım ilk iki bunalımdan farklı olarak aşılması imkânsız olan bunalımdır. Krizin çözümü bedenin çözülümü olan ölümle aşılabilecektir. Ölüm (korkusu), tematik olarak bir yaratıcılık iticisi olarak edebiyata sirayet etmektedir. Erdem Bayazıt’ın “Ölüm Risalesi” adlı eseri bu bağlamda iyi bir örneklem şiiridir:

“Ölümden bir işaret var her şeyde
Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde:
-Kışlanın önünde redif sesi var
Namluların ucunda ölümün sesi!”

Erdem Bayazıt’a göre etrafımız ölümü hatırlatan şeylerle sarılmıştır. Kişi etrafına bakıp ölümü hatırlamalı ve ölümden sonrası için hazırlık yapmalıdır. Burada işaret edilen ölüm sonrasının sonsuzluğu için sonlu dünyanın dinin emirlerine uygun yaşanılması durumudur. Kişi ölümü sadece ölünce değil ölmeden de fark edebilir. Bu fark ediş kişide ya ölüm sonrası için inandığı sürece yatırım yapmaya iter ya da ölümün kaçınılmazlığı sebebiyle yaşamın daha dolu yaşanılması için teşvik eder. Burada şairin mizacı, hayatı algılayış tarzı ve düşünce biçimi devreye girer.

Edebiyat ve onun özelinde şiir, bir bakıma hayatı yorumlama sanatıdır. İnsanlar edebiyatı ve şiiri krizin bir yansıması olarak ele alırlar. Bu yansıma gibi zaman parçalanma kimi zamansa bir bütünleşme şeklinde ortaya çıkar. Krizlerin edebiyatı parçalama ve bütünleştirme gücü olması edebiyatı yaratan temel motor güç olmasından kaynaklıdır. Krizsiz edebiyat, edebiyatsız krizi yaratır. Edebiyatsız kriz; aşılamamış engel, hedefi bulmayan ok, gözden akmış sürme gibi boşa yaşanmış bir hayatın rahatsızlık belirtileridir.

Edebiyat