On bin metre yukarıdan memlekete bakarken
Siz bu yazıyı okurken, biz de Atlantik Okyanusu’nun 10 bin metre üzerinde olacağız. İki aylık Kuzey Amerika ve Karayipler konser ve konferans turumuzu bitirip memlekete doğru yol alacağız. Turumuzdaki Amerika izlenimlerimizi, zaten her hafta yazdık ve sizlere ulaştırdık. Eksi 10 derecedeki Kayalık Dağların soğuk kafelerinde bile, Aydınlık ve okurlarına olan görevimizi, bizce de fena olmayan bir şekilde yerine getirdiğimize inanmaktayız.
Bu yazı ile memleketimize ve son zamanlardaki hallerine, 10 bin metre yukarıdan ve 10 bin kilometre uzaklardan bakalım istedik. “Dışarılardan Türkiye nasıl görünüyor?” diye her zaman sorular gelir, Türkiye’ye döndüğümüzde. Şimdi, daha memlekete gelmeden ve son iki ayın olan bitenlerini uzaklardan seyretmiş olmanın da verdiği “tarafsızlık” ile, ele alalım ülke hallerini.
İLK GÖRÜNEN: DİNAMİZM
Türkiye’ye dışarıdan bakınca ilk görülen şey, 85 milyonluk bir dinamik memlekettir! Dünyanın en kilit bölgesindeki topraklarda, yaklaşık bin senedir kök salmış bir milletin, genç ve dinamik nüfusu ilk görünen manzara. Bu ilk manzaraya bakınca ve daha önce ziyaret ettiğimiz 50 kadar memleket ile karşılaştırınca da, ülke potansiyelinin olağanüstü güçlü olduğu hemen anlaşılır.
Fakat aynı zamanda, sanki memleketin önü, dünyanın en büyük barajı sayılan Aswan barajından bile daha büyük bir kocaman baraj ile kesilmiş gibi de görünmekte. Bu baraj bir yıkılsa, bin senelik potansiyeli ile, Türkiye’nin hayatın hemen her alanında fırlayıp, en öne çıkması işten bile değil. Ama işte o baraj!
1950’lerden bu yana kaderimizi ellerine verdiğimiz Batının bizim önümüze ve başımıza ördüğü çoraplar barajı! Bir türlü bunu yıkamamanın çok büyük sıkıntısını da görebiliyorsunuz, memlekete ilk bakışta.
ADANA KARPUZU MİSALİ BÖLÜNME
İlk görünen bu potansiyelin arkasına bakınca, ikinci görünen gerçek te, memleketin bir Adana karpuzu gibi ortadan ikiye bölündüğü. 1970’lerdeki terör günlerinin bir genci olarak, böyle bölünmelere biraz alışmışlığımız var elbette.
Ama tam Türkiye’nin önünün açılacağını zannettiğimiz bir zamanda, bu bölünmüşlük büyük bir hayal kırıklığı, tüm bölünenlerde bile. Bütün Asya milletleri bir yolunu bulup, azgelişmişlik tuzağından kurtulmanın yollarını ararken, bunun için yepyeni bağlantılar ve dostluklar geliştirirken, Türkiye’miz 1950’lerde başına örülen ağların altında, hala debelenip durmakta.
Atatürk’ün 1930’larda ortaya attığı devlet öncülüğündeki Karma Ekonomi anlayışını, bizler o vefat eder etmez terk ederken, Mao Zedung önderliğindeki Çin devleti, bir süre sonra bu farklı ekonomi bayrağını yavaşça yükseltip bugünkü Çin haline gelebildi.
ABD’nin başını çektiği ve teorisini yarattığı Özel Sektör ekonomisi artık ABD’de bile uygulanamazken, biz hala “özel de özel” türküsü çağırıp, elde kalan ne varsa satmaktayız.
ABD’den bir tanecik örnek bile, devlet varlığının ekonomi için ne denli gerekli olduğunu açıklar: O meşhur Boeing şirketi, Amerikan devletinden sürekli milyarlarca dolar destek almasa, ertesi sabah dükkânı kapatmak zorunda kalırdı, NOKTA!
Yani saf kapitalizmi fetiş haline getirip, ülkenin başını belalara salmanın vebalini kimlere ödettirebileceğiz, kim bilir.
BU KAÇINCI DERS Kİ ÖĞRENEMİYORUZ?
Türkiye’ye 10 bin metre yukarıdan bakınca görülen üçüncü gerçeklik te, Türk insanının naifliği mi desek, saflığı mı desek, o. Son 40 senesinde iki başarılı, bir de başarısız darbe yaşamış, 1970’li yıllarında yaratılan terör ortamı nedeni ile binlerce insanını kaybetmiş, 1980’den beri PKK ile bitmek bilmeyen mücadelesinde 40 bin evladını kaybetmiş, her sene rakamını tam olarak bilemediğimiz milyarlarca parayı bu mücadele için harcayıp, ekonomisini bir türlü düzgün hale getiremeyen bir ülkenin, hala aynı hikayelerle uğraşmak zorunda kalması, acayiplik ötesinde anlaşılamayan bir durum değil midir?
Tüm bu hayat tecrübelerinden sonra, siyasi olgunluğun en yükseklere ulaşması gereken Türkiye’de, ekonomiden, siyasete, kültüre, LGBT’ye kadar her konuda, insanların kafası bu kadar karışık nasıl olabilir ki? Bu aymazlık düzeyine kadar varan kafa karışıklığından, sosyal medyayı mı, siyasi iktidarı mı, sözde muhalefeti mi yoksa ülkenin “makus kaderini” mi sorumlu tutacağız şimdi? Elbette “dış güçler” parmağını unutmayacağız bu işlerde, ama o parmaklara el veren yerli parmakları da unutmayacağız.
TÜRK OLMANIN DEĞERİNİ KAVRAYAMAMAK
Gök Tanrı’ya yakın bir yerlerden ülkeye baktığımızda görülen bir başka sorun da, dünyanın en övünç duyulacak bir milletine ait olmanın onuru ve zevki ile yaşamak varken, ortalıkta olan bitenden, ekonominin yanlış yönetilmesinden dolayı, özellikle de genç nüfusun adeta Türk olmaktan utanıyor hale getirilmiş olması.
Biz, 40 senedir dünyanın altı kıtasındaki üniversiteler, kültür merkezleri, yoga aşramları ya da kültür evlerinde, bin yıllık Türk kültürünü tanıtmak ve yaymak için davet edilen biri olarak, Türk kültürünün gücü ve kuvvetine bizzat şahit oluyoruz her gün.
Mevlana’nın, Yunus Emre’nin 800 sene önce yazdığı şiirleri, onlara başka atalarımızın uydurduğu müzikleri ve mistik felsefeyi duymak ve özümsemek için binlerce kişi yollara düşüp konserimize gelirken, Türk olduğumuz ve Türk kültürünü kendilerine getirdiğimiz için bize gelmekteler.
Yoksa kişisel olarak biz kim oluyoruz ki onlar için! Umarım günün birinde, özellikle de yeni nesil insanlarımız, bu gerçeğin farkına varırlar da ona göre Türk olmaktan gurur duyar hale gelirler.
TOPLUMU BÖLEN ESKİ ÖNYARGILAR MI?
Elbette, dünyanın 200’e yakın devletinin hemen her biri, kendi çapında buna benzer sorunlarla uğraşmak zorunda kalmakta günümüzde. O nedenle de hemen her ülkede aynen yukarıda belirttiğimiz türden sorunlar yumağına rastlayabilmekteyiz. Alın Endonezya’yı, Hindistan’ı, Filipinler’i, ya da İtalya’yı.
Hatta, tüm bu sorunların çıkmasının ana kaynağı olan ABD’ye iyi bir bakın. Aynı sorunların, herkesi etkilediği bir gerçekliğin tam da ortasındayız. Ama bunlar içinde çözüme en yakın ve en etkileyici bir durumda olan ülke bizimkisi. Yeter ki çok uzun zamanlardır halkımızın beynine ve yüreğine yerleştirilmiş olan her türlü önyargıyı silebilelim, solcumuzdan da sağcımızdan da.
ANADOLU, BİRLİĞİ BOZULAN MEDENİYETLERİN MEZARLIĞIDIR!
Üzerinde yaşadığımız toprak, bugün bizim uğraştığımız sorunlardan kat kat daha zor olan halleri, başarıyla atlatmış bir medeniyetler zincirinin anayurdu ne de olsa. Ama şunu da hatırlatmak gerek ki, başarılı olan medeniyetler, hep birliklerini pekiştirip el ele verenler olmuştur.
Birbirlerini yiyen, karşısındakine tahammülü kalmamış olan medeniyetler ise, Anadolu toprağının her tarafına gömülüp gitmişlerdir. Ve biz şimdilerde onlardan arta kalanı, heyecanla topraktan çıkartıp, müzelerimizde sergilemekten başka bir sonuca varamıyoruz galiba.
Efes’ten Nemrut’a, Ani’den Aspendos’a, Anadolu toprağı bize geçmiş tecrübelerini en detayları ile anlattığı halde, bir türlü anlayamamak gafleti, toplumun büyük çoğunluğunun üzerine bir kara perde gibi çökmüş durumda maalesef. Ama yine de umudumuz tamdır ki, zamanı geldiğinde bu aziz toprakların insanı, doğru olanı yapacak ve büyük bir şevkle ayağa kalkacaktır.