Önleyici vuruş inisiyatifi
2000 yılındaki tartışmalı bir seçimin ardınan 20 Ocak 2001’de başkanlık koltuğuna oturan George W. Bush’un adıyla anılan savaş doktrini, dünyanın herhangi bir bölgesinde ABD’ye yönelik tehdidin, eski deyimle kuvveden fiile geçmeden ortadan kaldırılmasını öngörüyordu. 11 Eylül 2001 saldırılarının ardından geliştirilen bu konseptin adı, “önleyici müdahale” doktriniydi. Buna göre tüm dünya bir savaş alanıydı ve ABD’ye karşı olan tehditler kaynağında önleyici vuruşla daha gerçekleşmeden ortadan kaldırılmalıydı. ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri, bu doktrinin uygulamalarıydı. ABD’nin tek patron olduğu dünyada, bunun adı da “uluslararası hukuk” oldu.
Aslında bu doktrinin ardında, ABD’nin, dünyadaki gerileyişini durdurma çabası vardı. 1990’lı yılların sonundan itibaren, Rusya’nın toparlanması başlamış, 1980’li yıllar boyunca içe dönmek zorunda kalan, fakat 20 yıllık reform ve dışa açılma politikasının sonucunda yükselen Çin’in uluslararası alanda daha etkili bir aktör olduğu, buna koşut olarak başta Türkiye olma üzere gelişen dünya ülkelerinin, Atlantik’ten bağımsız işbirlikleri kurmaya yöneldikleri bir ortam oluşmuştu. İşte bu gelişmeleri durdurmak üzere bu doktrin geliştirilmişti. Amacı, dünyadaki çok kutuplulaşmayı durdurmak, ABD patronluğunu zor yoluyla gelişen dünyaya kabul ettirmekti.
ATLANTİK’İN SONU, AVRASYA’NIN YÜKSELİŞİ
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. ABD’nin bu müdahaleleri sonucunda ülkeler parçalandı, milyonlarca insan canından oldu. Fakat ABD, ne Irak ne de son olarak pılısını pırtısını toplayıp kaçmak zorunda kaldığı Afganistan’da nihai hedefine ulaştırmayı sağlayacak bir sonuç elde edemedi. Tam tersine, ABD dünya çapındaki gerileyişini durduramadığı gibi, karşısındaki kuvvetlerin bir araya gelişi hızlandı. Dahası Atlantik saldırganlığının hedefinde yer alan ülkeler, alternatif bir sistem oluşturmaya yöneldi. BRICS, Şanghay İşbirliği Örgütü, Avrasya Ekonomik Birliği’nin yanısıra hepsinden daha kapsayıcı olan, gelişen dünya ülkeleri için alternatif bir uluslararası işbirliği ve kalkınma seçeneği olmanın ötesinde, Avrupa ülkelerini de cezbeden Kuşak ve Yol Girişimi, Atlantik sisteminin sonunu ilan ediyor.
BIDEN’IN İTİRAFI
ABD Başkanı Joe Biden’ın 1 Mart’ta yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında söyledikleri ABD’nin durumunu ve önceliklerini anlamak bakımında dikkat çekiciydi:
“Amerika, dünyanın en iyi yollarına, köprülerine ve havaalanlarına sahipti. Şimdi altyapımız dünyada 13. sırada. Bunu düzeltmezsek 21. yüzyılın işleri için rekabet edemeyiz. Bir altyapı on yılına giriyoruz. Bu, Amerika'yı dönüştürecek ve bizi, dünyanın geri kalanıyla, özellikle de Çin'le karşı karşıya olduğumuz 21. yüzyılın ekonomik rekabetini kazanma yoluna sokacak. Xi Jinping'e de söylediğim gibi, Amerikan halkına karşı bahse girmek asla iyi bir bahis değildir. Ve bu gece, bu yıl 65.000 millik otoyolu ve 1.500 bakımsız köprüyü onarmaya başlayacağımızı duyuruyorum. Bir uçak gemisinin güvertesinden otoyol korkuluklarındaki çeliğe kadar her şeyin Amerika'da yapıldığından emin olmak için Amerikan malları satın alacağız. Ancak geleceğin en iyi işleri için rekabet edebilmek için Çin ve diğer rakiplerle de oyun alanını eşitlememiz gerekiyor.”
Çin karşısında yenilgiyi itiraf eden Biden, altyapısıyla birlikte çürüyen ekonomisini güçlendirmenin öncelikleri olduğunu anlatıyor.
İNİSİYATİF GELİŞEN DÜNYADA
Bu koşullarda, Atlantik ataklarına karşı önleyici vuruş inisiyatifi gelişen dünya ülkelerine geçmiştir.
Tıpkı Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekatlarında Türkiye’nin yaptığı gibi, Rusya da ABD saldırganlığının aletlerine karşı Ukrayna’daki operasyonunu başlatmıştır.
ABD’nin “uluslararası hukuk” masallarının takipçisi olmak, Avrupa’nın olduğu kadar Türkiye’nin de kendi ayağına sıkması anlamına geliyor.