24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Önyargılara ihanet etmek

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

Değerli gazeteci Sabahattin Önkibar, geçenlerde izlediğim bir videosunda, Aydınlık’ın Ekrem İmamoğlu’na yönelik eleştirilerine cevaben, “Ben İmamoğlu’nu da ailesini de tanırım. Saldırıya uğradığım zaman koşa koşa yanıma gelip geçmiş olsun demişti. Zaten İmamoğlu hiç Amerika’ya gitmedi. Türk-Amerikan İş Adamları Konseyi de İmamoğlu’nu tebrik etmedi. Bu nedenle ona Amerikancı denilemez” mealinde sözler ediyordu. Sayın Önkibar’ın eleştiriyi cevaplama tarzı, sadece onda değil aydınlarımız arasında meseleleri ele alırken içine düşülen bir akıl yürütme hatasının yaygınlığına işaret ediyordu. Bu hata, “indirgemecilik” diye ifade edilebilecek bir yöntem hatasıdır.
Yukarıda bahsedilen akıl yürütmeye göre, bir kimsenin “Amerikancı” olduğunun söylenebilmesi için:

Kendisini ve ailesini tanımıyor olmamız; insanlar arası ilişkilerde nezaketten habersiz kaba bir insan olması; en az bir kez Amerika’ya gitmiş olması ve Türk-Amerikan İş Adamları Konseyi tarafından takdir görmesi gerekiyor.
Oysa bütün siyasal ayrımlar gibi Amerikancılık-yurtseverlik, ayrımı da maddi olgularla ilişkilidir. Kişilik farkları ve söylemler olguları yönetemez, ama olgular tarafından biçimlendirilirler. Düşünce maddeyi belirlemez, ama maddi dünya düşüncelerimize damga vurur. Bilim materyalist bir etkinliktir. Atatürk’ün “Hayatta en hakiki yol gösterici bilimdir” sözünü analitik bir ilke, bir yöntem ilkesi olarak kavramak zorundayız.
Böyle yapmaz ve siyasal analizlerinizi bilimsel bir zemine oturtmazsanız.

İlk olarak, maddenin kendi içinde, onu değişmeye zorlayan çelişkilerle yüklü olduğunu, hiçbir şeyin saf olmadığını, bu nedenle her şeyin değişmekte olduğunu kavrayamazsınız. O zaman sözgelimi CHP’yi bütün ideolojik dönüşüm sürecine, bütün program değişikliklerine ve bunların getirisi olan somut batı yanlısı mevzilenişine rağmen hala “Atatürk’ün partisi” zannedersiniz. Aynı nehirde ikinci kez yıkanamayacağınızı söyleseniz bile sanki bu mümkünmüş gibi davranmaya devam edersiniz. Bu da sizi yaptıkları ile söyledikleri arasında bağlantı olmayan bir “etkisiz eleman” haline getirir.
İkinci olarak, olguları olgularla ilişkilendirmez, Amerikancılığın bir program ve eylem meselesi olduğunu anlamazsınız. Oysa Amerikancılar Hollywood filmlerindeki kötü adamlar değillerdir. İnsanlar medeniyetsiz oldukları için Batıcı-Amerikancı olmazlar. Aksine izledikleri yol, hayata geçirdikleri program yani eylemleri onların tarihsel konumlanışlarını belirler.

Hayatın en hakiki mürşidi olması gereken bilimin amacı maddenin hareket kanunlarını keşfedebilmek ve bu sayede daha olmadan olabilecekleri öngörebilmektir. Bunu yapabilmek için, gündelik yaşamın sonsuz karmaşasının arka planına sarkabilmek, teorik soyutlama düzeyinde yeniden formüle etmek gerekiyor. Eğer olgular arası ilişkileri soyutlama yani teori düzeyinde ele alamazsak, pratiğin çoğulluğu içinde kayboluyoruz. Dünyayı kendi tecrübe ettiğimiz somutluklarla algılıyor, yani fili dokunduğumuz yerden tarif ediyoruz. Sayın Önkibar’ın İmamoğlu savunusu, ne olguları birbirine bağlıyor ne olan biteni soyutlama düzeyinde analiz ediyor. Aksine her bir olayı biricik olarak algılayarak onları kendi tekilliklerine indirgiyor. Sonuç olan biteni öngörebilme yeteneğinin kaybedilmesi oluyor.
Bilime ve bilim insanlarına belki kişisel olarak hayranlık duyan ancak akıl yürütme metodu olarak kendilerine bilimi mürşit almayanlar, bunun bedelini öngörülerinde yanılma olarak ödüyorlar. Hatırlanacak olursa, kendisini “sıfır mutlu” diye tanımlayan bir gazeteci vardı. Türkiye’nin Atlantik kampından kopuşunu okuyamıyor, bu gelişmeler onu mutlu etmiyordu. Kişilere bakıyor, duygularıyla yön buluyordu. Bilimsizlik onu 15 Temmuz gecesi az kalsın mutlu edecekti.

Gerçeği olgularda arayabilmek için önce gerçeğe sadakat göstermeniz gerekir. Bunun anlamı duygularınıza ve önyargılarınıza ihanet etmeniz gerektiğidir. Oysa duygularımız ve önyargılarımız bizi rahatlatır. Dünyayı bizim için anlaşılır kılar. Zihnimizi rahata erdirir. Gerçeğe sadık kalmak uğruna onlara ihanet etmek demek, zihnimizi rahat ettirmemek demektir. Yani mesele, sayın Önkibar’ın iddia ettiği gibi “alışkanlık” olarak herkese “Amerikancılık” etiketi yapıştırmak değil, aksine en zor olanı yapmak, zihinsel konformizmi terk ederek olgulara bakmaktır.