Oppenheimer Sendromu
Keşfinden günümüze, insanlığın faydasına ve aynı zamanda zararına birçok sonuçlara neden olan uranyumun tarihsel sürecini gelin hep beraber inceleyelim:
Uranyum Keşfi (18. - 19. Yüzyıl): Uranyum 18. Yüzyıl sonlarında keşfedildi. 1789'da Alman kimyager Martin Klaproth, bir mineral olan ziftli karışım örneğinde yeni bir element tanımladı ve o döneme yakın bir zamanda keşfedilen Uranüs gezegeninden sonra ona "uranyum" adını verdi. 19. yüzyılda çeşitli uranyum bileşikleri izole edildi ve incelendi, bu da uranyumun kimyasal özelliklerinin anlaşılmasına yol açtı.
Radyasyon Keşfi (19. - 20. Yüzyıl): 19. yüzyılın sonlarında, Henri Becquerel gibi bazı bilim insanları, bazı uranyum bileşiklerinin, maddeye nüfuz edebilen ve fotoğrafik plakalarda iz bırakabilen (Röntgen), bir tür radyasyon yaydığını keşfettiler. Bu görüngü, radyoaktivitenin keşfine yol açtı ve Marie Curie (dünyanın ilk bilim insanı), radyoaktif materyallerin anlaşılmasını sağlayan çalışmaları yürüttü. "Radyoaktivite" terimini icat etti ve ayrıca uranyum cevherlerinden radyum ve polonyum izole etti.
Nükleer Enerji ve Fisyon (20. Yüzyıl): 20. yüzyılın başlarında, Ernest Rutherford ve diğer fizikçiler, sonunda nükleer reaksiyonları anlamanın yolunu açan atomun yapısını daha derinlemesine araştırdılar. 1938'de Alman fizikçiler Otto Hahn ve Fritz Strassmann, Avusturyalı fizikçi Lise Meitner ile birlikte atom çekirdeğinin parçalanması olan nükleer fisyonu keşfettiler. Bu keşif, nükleer enerjiden yararlanma aşamasını oluşturdu.
Atom Bombası ve Nükleer Güç (II. Dünya Savaşı ve Sonrası): Nükleer fisyonun keşfi ile II. çok gizli bir ABD araştırma projesi olan “Manhattan Projesi” başlatıldı. Bu projede uranyum fisyonunun gücünden yararlanarak Julius Robert Oppenheimer ve arkadaşları tarafından ilk atom bombaları icat edildi ve 1945'te Hiroşima ve Nagazaki'ye atıldı. Bu olay nükleer çağın başlangıcı oldu.
Nükleer Enerji Üretimi (II. Dünya Savaşı Sonrası): Savaştan sonra, araştırmacılar nükleer enerjinin barışçıl uygulamalarına odaklandı ve elektrik üretimi için nükleer santrallerin geliştirilmesine yol açtı. Uranyum yakıt çubukları, kontrollü nükleer reaksiyonları sürdürmek için kullanılır ve daha sonra buhar üretmek ve türbinleri çalıştırmak için kullanılan ısıyı üretir ve sonuçta elektrik üretir.
Nükleer Silahların Yayılması ve Silahların Kontrolü (20. Yüzyıl Ortalarından Sonra): Nükleer teknolojinin yayılması, nükleer silahların yayılması ve nükleer silah geliştirme potansiyeli hakkında endişeleri artırdı. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons “NPT”) gibi uluslararası çabalar, nükleer silahların daha fazla yayılmasını önlemek ve silahsızlanmayı teşvik etmek için oluşturulmuştur.
Çevresel ve Güvenlik Endişeleri (20. Yüzyıl Sonlarından Sonra): 1986 Çernobil ve 2011 Fukuşima felaketi gibi olayların gösterdiği gibi, nükleer reaktörlerde ve silahlarda uranyum kullanımı, radyoaktif atık oluşumu ve kaza potansiyeli nedeniyle çevre ve güvenlik endişelerini de artırdı.
Nükleer Tıp ve Diğer Uygulamalar (20. ve 21. Yüzyıl): Uranyum ve izotoplarının nükleer tıpta çeşitli tıbbi durumların teşhis ve tedavisi için uygulamaları mevcuttur. Ek olarak, seyreltilmiş uranyum, yüksek yoğunluğu nedeniyle zırh delici mühimmat ve zırh kaplamada da kullanılmıştır.
Gelişmiş Reaktörlere Yeniden İlgi (21. Yüzyıl): 21. yüzyılda, geleneksel nükleer reaktörlere kıyasla güvenliği, verimliliği ve atık yönetimini iyileştirmeyi amaçlayan gelişmiş nükleer reaktör tasarımlarına olan ilgi yeniden arttı. Bunlar, toryum bazlı reaktörleri ve küçük modüler reaktörleri de içermektedir.
Uranyumun tarihi, çeşitli uygulamalarını çevreleyen bilimsel keşifler, teknolojik ilerlemeler, jeopolitik dinamikler ve etik kaygılarla yakından iç içe geçmiştir. Manhattan Projesi ile başlayan uranyum zenginleştirme işlemi tüm dünyanın, karşı devrimin hükmü altına girmesine neden olmuştur; ancak tarihsel süreçte ABD’nin sürdüğü bu hüküm Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi ülkeler tarafından engellenmiştir.
Nükleer zenginleştirme işleminin stratejik önemi, enerji ve güvenlikte dışa bağımlılığı kısıtlamaktadır ve bundan dolayı fisyon reaksiyonun temeli olan uranyum zenginleştirme, bir ülkenin tam bağımsızlığı için olmazsa olmazı haline dönüşmüştür. Normal koşullarda doğada bulunan uranyum cevheri içinde 235 izotopunun oranı % 0,7’dir. Santrallerde %3-5 eski tip santrallerde ise bu oran %8-12’dir. Bu oranın %90’lara çıkması durumda atom bombasının temelini atmış olursunuz. Yakın zamanda bu orana İran’ın (%86) yaklaşmış olması, bu silahı icat eden ABD’nin büyük endişe duymasına neden olmuştur.
1945 yılında atom bombasının keşfi ile “Oppenheimer Sendromuna” kapılan Türkiye, bu teknolojiyi öğrenip mücadele etmek yerine 1952 yılında NATO’ya girerek bağımsızlığını emperyalizmin insafsız ellerine teslim etmiştir. Günümüz Türkiye’sinde Atom Fiziği, Nükleer Fizik, Katıhal Fiziği ve Yüksek Enerji ve Plazma Fiziği vb. anabilim dallarımıza ait laboratuvarlarımızın, araştırmacılarımızın ve kurumlarımızın başarılarına baktığımızda, Türkiye’nin başarmaması için bir engel gözükmemektedir. Tek yapmamız gereken karar verip, tam bağımsız bir Türkiye için ve Milli Demokratik Devrimimiz için “Nükleer Zenginleştirme” tesisimizi kurmamız ve “Biz Yaparız” diyerek kolları sıvamamızdır.