Oray: Alman İslamı beyazperdede
Almanya’da devlet organlarının ve kilise kurumlarının 1970’li yılların başından itibaren “Alman İslamı” adı verilen bir proje geliştirdikleri, ülkedeki ve Avrupa genelindeki milyonlarca Türk’ü ehlileştirmek, radikal unsurlardan korumak ve öte yandan da “İslamiyeti yeniden tanımlamak” için “İslamı Almanlaştırmak-Avrupalılaştırmak” çabası içinde oldukları biliniyor. Temel amaç, “Almanya’nın menfaatlerine uygun bir İslamın geliştirilmesi” olarak özetlenebilir. Alman Yeşiller Partisi milletvekili Cem Özdemir aynen şöyle demişti örneğin: “Almanya’da yaşayan Müslüman göçmenlerin İslamı, Almanya’ya uygun, Almanya’nın realitesini ve menfaatlerini gözeten bir İslam olmalıdır.”
Proje adım adım uygulanırken tartışmalar da son yıllarda yeniden hız kazandı. Dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wullf’un bu proje doğrultusunda 10 yıl kadar önce “İslam, Almanya’nın bir parçasıdır” demesi yeniden gündemde. Hıristiyan Sosyal Birlik’ten İçişleri Bakanı çıkıp “Hayır, İslam Almanya’nın parçası değildir” diyor, Merkel “Evet, İslam Almanya’ya aittir” diye düzeltme yoluna gidiyor vs. vs.
BERLİN’DE PRESTİJLİ ÖDÜL
Uşak kökenli gurbetçi ailenin 1987 Almanya doğumlu oğlu yönetmen Mehmet Akif Büyükatalay’ın, sinemalarımızdaki gösterimi sürmekte olan Alman yapımı filmi “Oray”, söz konusu projenin beyazperdeye yansıtılmış bir örneği niteliğinde. “Oray”ın Berlin Film Festivali’nde en iyi ilk film seçilip Altın Ayı’yla ödüllendirildiğini de belirteyim.
Büyük oranda Hagen-Köln hattında geçen film, birbirlerini seven yeni evli çiftin İslam kurallarıyla imtihanı denilebilecek bir öyküye sahip. Oray, telefonda tartışıp sinirlendiği karısı Burcu’ya üç kez “Boş ol...” dediği mesaj gönderiyor. Birkaç dakika içinde pişman olsa da ok yaydan çıkıyor ve karısı, Oray’a “tıpkı annesi, ablası gibi” haram kılınıyor. Üç ay boyunca birlikte olmayacak, ayrı yaşayacaklar; öpüşmeleri bile zina kapsamında! Pek öyle olmuyor gerçi...
İlk bakışta sosyal-komedi yapısında ilerleyeceği izlenimi veren öykü, Oray’ın hırsızlık, alkol ve uyuşturucu dolu dünyası, girip çıktığı küçük işler, danıştığı hacı-hoca takımının ve cami imamlarının yönlendirmeleri, bir cemaat çerçevesinde farklı etnik kimliklere sahip Müslümanlarla ilişkisi ekseninde, Almanya’daki Müslümanların içinde yaşadıkları topluma “Müslümanca rıza göstermeleri” boyutuna gelişiyor. Yönetmen Büyükatalay, Türklerin ağırlıkta olduğu Müslüman cemaati, baştan sona içe kapalı bir dünya olarak ele almış. Sevgilisi şehir dışında olduğu zamanlarda Türk gençlerin yatağına giren, birkaç saniye hayli flu gördüğümüz bir genç kız dışında Almanlarla neredeyse hiç ilişki kurmayan, Alman karakterlere yer vermeyen, Alman toplumuyla ilgilenmeyen film, daha çok “Almanya’da nasıl iyi Müslüman olunur” üzerine tartışma yürütme derdinde. Filmin bu tartışmadaki yanıtının, “Almanya’ya uygun, Almanya’nın realitesini ve menfaatlerini gözeten bir İslam” olduğu ise net biçimde görülüyor.
İSLAMA OYNAMAK, İSLAMLA OYNAMAK
Seyircinin işini zorlaştıran ve yer yer rahatsız edici boyuta ulaşan kurgusuyla, amatör düzeyi aşmayan oyuncularıyla, bir türlü derinleşemeyen karakterleriyle “Oray”ın Berlin’de en iyi ilk film gibi önemli bir dalda Altın Ayı kazanması, sinema sanatı bakımından açıkçası şaşırtıcı duruyor. Ama aslında, Almanya’nın ezelden beri “İslama oynamak” politikası güttüğü düşünüldüğünde ve son yıllarda ciddi boyutta “İslamla oynamak” projesi geliştirdiği akla getirildiğinde, politik açıdan belki o kadar da şaşırtıcı olmayabilir.
Bir de ayrı konu: Bu işlere, Bergman, Bresson, Tarkovski peşinde koşmaktan, Modernizm-Kemalizm eleştirisi yapmaktan bitap düşen “İslami” sinemacılarımız-yazarlarımız zaman ayıracak değil ya, elbet gene biz kafa yoracağız!