Ordular ekonomi için mi vardır?
Orduların sadece ekonomi için var olduğunu söylemek, padişahın mülkü için savaşan ordularla Milli Orduları birbirine karıştırmanın sonucudur. Daha doğrusu orduların sahneye çıktığı tarihten bu yana insanlığın yaşadığı gelişmeyi tek bir kategori içerisinde ele almanın bir sonucudur bu fikir. İnsanlık tarihini nasıl tek bir kategori içerisinde ele alamazsak, orduları da tek bir ketogori içerisine sokamayız. Biz sokmaya çalışsak, doğası gereği sığmayacaktır.
Milli Orduların kahramanlık gibi bir görevi de yoktur. Kahramanlık, en sonunda bir sıfattır ve Milli Orduların vatan müdafaasında elde ettiği başarılar orduya o sıfatı kazandırır.
Türk tarihinde ordu geleneği açısından iki “temel” olgu vardır: birinci olgu, ordunun tarih sahnesine çıkmasıdır; ikinci olgu ise Milli Ordunun tarih sahnesine çıkmasıdır. Orduya dair diğer bütün yapılandırmalar bu iki olgu çerçevesinde değerlendirilir. Orduların sadece ekonomi için var olduğunu iddia etmek bu iki olgudan birini dikkate almayan veya gözden kaçıran bir değerlendirmedir.
ORDULARIN TARİH SAHNESİNE ÇIKMASI
Ordu örgütlenmesi, kabile toplumunun dağılması ve sınıflaşmayla birlikte doğdu. Devlet için de aynı değerlendirme geçerlidir. Toplumun sınıflara bölünmesi, devletin temel unsuru olan ayrı bir silahlı gücün oluşmasını sağladı. Engels’in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni”nde dediği gibi, ordu ve devlet tarihsel bir kurumdur ve toplumun gelişmesinin belli bir aşamasının ortak ürünüdür. Bu süreç bir buçuk milyon yıllık insan tarihinin, son beş bin yılını kapsamaktadır. Toplumun gelişmesinin her aşamasında, o aşamayla uyumlu olarak, ordu da gelişmiştir.
Sınıflı toplum öncesinde ayrı bir silahlı güçten söz etmek mümkün değildir. Çünkü zenginleşmenin oluşmadığı, üretim araçlarının artık bir zenginlik yaratma düzeyinde gelişmediği toplumlarda, toplum aynı zamanda silahlı güçtür; toplum ve silahlı güç özdeştir.
Lenin’in “Devlet ve Devrim”de dediği gibi, kabile toplumunun dağılması ve sınıflaşmayla birlikte düzenli bir ordu örgütlenmesi oluşmuş, kabile anarşizminin çıplak yağması, düzenli bir sömürüye dönüşmüştür.
Bu bağlamda orduların doğuşunda, artık değere el koyulması ve artık değerin paylaşılması ayırt edici özelliktir. Ancak bütün ordunun tarihini bu bağlamda değerlendirmek Milli Orduların niteliğini anlamamaktır.
MİLLİ ORDULARIN TARİH SAHNESİ ÇIKMASI
Milli Ordu kavramı hem dünya tarihi açısından hem de Türk tarihi açısından, içinde yaşadığımız çağın bütün dengelerinin başat unsurudur. Bütün saflaşmalar, bütün hesaplaşmalar bu unsurun zayıflık ve kuvvet dengesi dikkate alınarak yapılmakta ve siyasal süreçler bu şekilde yürütülmektedir. Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tüm tehditlere de bu perspektifle yaklaşmak, iktidar denkleminin kaçınılmaz bir sonucudur.
Milli Ordular devrimle kurulmuştur ve devrimin ordusudur. Feodal üretim ilişkilerinin, üretici güçlerin önünü tıkaması ve feodalizmin toplumsal ilerlemeye katkısını sonlandırması sonucunda, feodal sistemin içinden doğan burjuva sınıfı devleti ele geçirmiş, milli pazarı ve Milli Orduyu oluşturmuş, toprak birliğini, dil birliğini, ekonomi birliğini sağlamış ve milleti yaratmıştır. Bu süreç içinde yaşadığımız çağa ismini vermiştir.
Bizim tarihimizde Milli Ordunun doğuşu, Batı’dakine göre farkılılıklar gösteriyor. Üç devrimin (Amerika Devrimi, Fransa Devrimi, İngiltere Devrimi) yüzyılı olan 18. yüzyılda, devrim yapan toplumlarda Milli Ordular, burjuvazinin aristokrasiye karşı yürüttüğü savaş içerisinde doğdu. Türkiye’de ise Milli Ordu hem emperyalizmle uzlaşan Osmanlı hakim sınıflarına ve Osmanlı feodal kurumsallaşmasına hem de emperyalist işgale karşı verilen savaş içerisinde doğdu. Bu savaş ve savaşın sonrasında ardı ardına gelen devrimler, Türk Ordusu’na karakteristik özellikler katmış ve Türk Ordusu bugüne dek o özellikleri taşımıştır.
Türk Ordusu’nun millileşmesi, Cumhuriyet Devrimi’yle birlikte esas kurumsallaşmasını sağladı. Kemalist Devrim’in ordusu, Osmanlı Ordusu’ndan köklü bir kopuşu ifade eder. Bu ifade başka açıdan, uluslaşma çağının devlet ve ordu örgütlenmesinin, feodal devlet ve ordu örgütlenmesinin bir anti tezi olarak doğduğu anlamına da gelmektedir. Mustafa Kemal, Sovyet Genarali Frunze’yle yaptığı görüşmede, bu durumu ifade etmiştir:
“Bu ordu sultanın ordusu idi ve onun iradesini yerine getirir, yalnızca onu tanırdı. Bu ordu günde üç kez “padişahım çok yaşa!” diye bağırmak zorundaydı. Yeni orduyu, tamamen yeni pransipler ve temeller üzerinde kurduk. Bu ordu, eski ordunun halkın davasına, vatan müdafasına sadık kalmış kısımlarından ve emekçi köylü kitleleri arasından toplanan kişilerden oluşturulmuştur. Biz bu orduyu kurarken, yalnızca bir tek amaç güttük. Bu da, bu ordunun sultan ordusu değil, halk ordusu olması, tek tek kişlerin değil, bütün halkın menfaatlerini savunmasıdır.”
Böylece, bin yıllardır süren savaşçılık geleneği, hakana/padişaha bağlılıktan millete/vatana bağlılık düzeyine ilerlemiştir.
Mustafa Kemal Frunze ile yaptığı görüşmede, Milli Ordunun hangi temeller üzerinde inşa edildiğine dair veriler sunuyor. Kemalist Ordu’nun ayırt edici özelliği cumhuriyeti ve vatanı savunma kararlılığıdır. İkinci olarak, emekçi kitlelerden oluşan bir halk ordusudur; kişilerin değil, halkın bütününün menfaatlerini savunur. Mustafa Kemal’in bu açıklamasında ordunun teorik/felsefik düzleminin, stratejik düzleminin ve milli siyaset düzleminin berrak olduğu anlaşılmaktadır.
Bu kristalize fikri temel, devrim dönemine her şeyiyle yansımıştır. Kemalist Ordu, cumhuriyet yönetiminin dünyanın ve Türkiye’nin yaşadığı sürece ilişkin berrak ezen-ezilen millet teorisi sonucunda, bağımsızlık, demokrasi ve çağdaşlaşma mevzisinde konumlanmıştır.
Türk Ordusu’nun temelinde tarihin ilk antiemperyalist savaşıyla pekişmiş ilerici ve devrimci bir yapı mevcuttur. Bu yapı “NATO konseptine”, 12 Mart, 12 Eylül ve Ergenekon-Balyoz darbelerine, ABD’nin yüksek denetimine rağmen ayakta kalmayı başarmış; en son 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bastırılmasında başat rol oynamıştır.
TÜRK ORDUSU VATAN MÜDAFAASI İÇİN VAR
Türkiye’nin Atlantik Sistemi’ne bağlanması, ordunun genel stratejisinde de Amerika’ya yedeklenme yönünde bir evrime yol açtı. Milli Devleti dağıtma stratejisi ve bu stratejinin güvenliği, Milli Orduyu da kapsıyordu. Milli Devleti dağıtma stratejisi, Milli Orduyu dağıtma stratejisiydi.
Türkiye’nin Atlantik Sistemi’ne bağlanma sürecinde 1980’ler kırılmadır. Bu kırılmanın stratejik adı ise, dünya ekonomisiyle bütünleşme stratejisidir. Emperyalist devletler “dünya ekonomisiyle bütünleşme” programı temelinde, ulus devletleri taşfiye eden uygulamaları dayattılar: neoliberalizm kapsamında Kamu İktisadi Teşekküllerinin (KİT) tamamının özelleştirilmesi; dünyanın bütünleştiği yalanlarıyla gümrüklerin kaldırılması; ulusal pazarın ve üretimin tasfiyesi için, devletin ve ordunun küçültülmesi gerekiyordu. Samir Amin bu sürece “Dünyanın Amerikanlaştırılması” adını vermiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün önemli bir ayağı da buydu.
Dünyanın Amerikancılaşması stratejisi ordunun niteliği nedir sorusunu bulanıklaştırdı. Ordu ekonomi içindir veya para için de şehit verilir anlayışı uluslar arası tekellerin anlayışıdır ve Milli Ordu’nun gelenekleriyle uzaktan-yakından alakası yoktur. Aslında bu fikrin temelinde bilinçli veya bilinçsiz, Türkiye emperyalist olsun özlemi yatmaktadır. Türkiye’nin gerçeğinin buna uygun olup olmaması başka bir tartışma.
Ordu’nun dış müdahaleleri Türkiye’nin toprak bütünlüğü açısından ele alınmalıdır. Son yaşadığımız süreçte zaten böyle ele alınmaktadır. Ülkü burjuvazisinin büyümesi, ordunun bunun bekçiliğini yapması ve dünya ölçeğinde tekelleşmesi belki bir avuç insanın özlemi olabilir ancak Türkiye halkının ezici çoğunluğunun özlemi ve Türkiye’nin güncel, politik ihtiyaçları bu anlayışla örülemez, örülmemektedir. Hele ki, Ordunun Katar’a girişini emperyalist tehdit, bölge ittifakları ve Türkiye’nin milli bütünlüğü açısından değil, sadece ekonomi açısından ele almak son derece yanlıştır.
Sonuç olarak; ezilen ve gelişen dünyada ordunun varlığının birinci ve en belirleyici nedeni emperyalizme karşı vatan savunmasıdır.