Organik tarım
Bu yazı ile Aydınlık okuyucuları ile buluşmanın 2. yılı doluyor. “Aydınlık”ta yazmama “Organik Tarım Ekonomisi” kitabım vesile olmuştu (Ekin Yayınevi 2011). Bu nedenle yazımızda organik tarım konusunu ele almayı düşünürken, Dünya Organik Kongresi’nin, 11-12 Ekim tarihlerinde İstanbul’da yapılacak olması konuyu belirlemede etkili oldu.
Kamuoyunun organik tarım hakkında yanlış bilgi sahibi olduğu kanısındayım. Organik tarım; tohumdan tüketici masasına kadar, belirli kural ve standartları olan ve bu kurallara göre üretildiği yetkili kurumlarca sertifikalanmış, ham ve/veya işlenmiş bitkisel ve hayvansal üretim demektir. Organik tarımın tanımı ürün üzerinden yapılamaz, organik tarım bir üretim sistemidir. Temel amacı da öncelikle sağlıklı ürün üretmek olmayıp, arazi (toprak) başta olmak üzere doğal kaynakları, çevreyi, insan ve hayvan sağlık ve refahını korumak ve bunları sürdürülebilir kılmaktır. Ayrıca, yabani (doğal) yaşamdan toplama yoluyla elde edilen ürünler yanında, farkında olmadan veya istemsiz olarak yürütülen kimyasallar başta olmak üzere çağdaş teknikleri kullanamayan üretim de organik üretim sitemi içinde ele alınmaktadır.
Kuşkusuz bunlar sertifikasızdır. Gerçek organik sayılabilmesi için bunların da sertifikaya bağlanması gerekir. Organik tarımın temel felsefesinde yerel olma, yerel kaynaklara bağlı olma ve aile işletmelerinin varlığını sürdürme amaçları da vardır.
Tarihi kökleri 20. yüzyılın başlarına kadar gitmekle birlikte organik tarımın ekonomik bir sektör olarak gelişimi son 40 yılda olmuştur. 1999-2009 döneminde organik üretim alanı yıllık yüzde 11-37.23 arasında değişen ortalama yüzde 11.9’luk bir artışla toplam olarak yüzde 239.19 oranında artmıştır. 2012 yılı verilerine göre, 164 milyon üretici 37.5 hektar alanda üretim yapmaktadır. Türkiye’de ise 1990 yılında 313 üretici yaklaşık bin hektar alanda 8 çeşit ürün yetiştirirken, hızlı bir artışla 2013 yılına gelindiğinde üretici sayısı 10 bini aşmış, ürün sayısı 213’e ve üretim alanı da 307 bin hektarı yabani ürün toplama alanı olmak üzere 769 bin hektara çıkmıştır. Kuşkusuz bitkisel üretim yanında, kasaplık piliç, yumurta, bal ve süt gibi ürünlerde de organik üretim söz konusudur. Bu hızlı büyümeye karşın, organik sertifikalı alan dünya tarım alanının ancak yüzde 1’den daha azını, toplam gıda satışı değerinin ise yüzde 1-2’sini oluşturmaktadır. Türkiye’nin ise bu alandaki potansiyelinin çok azını kullandığı ve özellikle kendiliğinden organik alanında da sahip olduğu avantajları değerlendiremediği bir gerçektir.
TÜKETİMDEKİ AZLIK
Halen tüketicilerin büyük çoğunluğunun organik ürünler tüketmemelerinin nedenleri şu şekilde sıralanmaktadır: Organik ürün fiyatları geleneksel ürün fiyatlarına göre daha yüksektir. Organik pazarlara ulaşmada güçlükler vardır. Başka bir anlatımla organik ürün sunan birimler ya yoktur, yetersizdir veya uzaktadır. Taze ürünler başta olmak üzere organik ürün çeşidi azdır. Bunlar yanında organik olma konusunda güvensizlikte söz konusudur.
Organik tarım hareketi geliştikçe organik tarım ve geleneksel tarımın yapısal olarak giderek birbirine yaklaştığı iddia edilmektedir. Bu gelişme gelenekselleşme (conventionalization) veya “ikili yapı oluşması (bifurcation) şeklinde açıklanmaktadır. Gerçekten organik tarım geliştikçe organik tarımın üretim ve pazarlama yapısı giderek geleneksel olarak tanımlanan küresel yapıya benzemektedir. Bu değerlendirme gelişmiş Batı organik tarımı için yapılmakta ise de, gelişmekte olan ülkelerde bu yapı organik hareketin başından beri vardır. Örneğin, Türkiye’de organik tarım yabancı ithalatçıların girişimi ile başlamıştır. Başka bir anlatımla tabandan, üreticiden gelen bir hareket olmayıp geleneksel yapının bir uzantısı olarak doğmuştur. Bunu yukarıda konu edilen kongre düzenlemesinde de gözlemek olasıdır.
ASLAN PAYI ÜRETİCİYE GİTMİYOR
Konunun sahibi üretici, üretici örgütleri ve organik tarımın temel destekçisi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, bu faaliyette etkin gözükmemektedir.
Organik üretimde; üretici ile tüketicinin doğrudan ilişki içinde olduğu kapalı sistemler dışında organik tarımın ruhuna uymayan bir yapı oluşmuştur. En önemli sorun diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de alternatiflerine görece yüksek üretim değerinden aslan payını, organik üretimi yapan üreticiden çok, organik tarıma girdi sağlayan şirketler, sertifikasyon kurumları, organik ürünleri pazarlayan firmalar ve hepsinden olumsuzu da işin reklam ve medyatik tarafıyla uğraşan, dernek vb. yapıların almalarıdır.