Orhan Kemal 1 (10) yaşında!
3000 nüfuslu bir Ege kasabasında büyüyen Kürk Mantolu Madonna’nın Raif’i gibi ‘kitapların baştan çıkardığı’ bir çocuktum. Evdeki kitaplar yetmediğinde imdadıma pazara gelen çerçi yetişti. Bir sürü ıvır zıvırın yanında, kullanılmaktan lime lime olmuş, sapsarı kitaplar satardı. Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Köroğlu, Battal Gazi Destanı… Arap çöllerinden geldiğine inandığım bu kitapları bir dahaki pazara kadar kiralardım.
Bir gün çerçide “Çamaşırcının Kızı”yla tanıştım. Haftada bir gün anneanneme çamaşırda yardımcı olmaya kızı Neriman ile Rabia Teyze gelirdi. Babası Neriman Köksal’ı çok sevdiği için kızının adını Neriman koymuş. Kızın lâkabı “Âfet-i devran Neriman”dı. Bazen “yollu” da diyorlardı. İkisini de anlamıyordum. “Çamaşırcının Kızı” kitabının Rabia teyzelerle bir ilişkisi olabilir miydi? Kitabımdaki “Çamaşırcınım Kızı”nın adı da Neriman’dı. Yeşilçam filmleri seyredip sürekli sakız çiğneyen, dudaklarını pespembe boyayan Neriman’a bakışlarım değişmişti. Çok geçmeden kasabada Neriman’ın fuar zamanı İzmir’e kaçtığı duyuldu. Arkasından Rabia teyze de yok oldu. İlerleyen zamanda Neriman’ın adının artık Aysel olduğunu, meşhur bir türkücü ile imam nikahı ile evlendiğini öğrendim.
Hikâyeler Benziyordu Birbirine…
Artık kasabada her yaptığımızı izleyen bir adam vardı. Adı da Orhan Kemal’di. Nerede yaşıyordu acaba? Üstelik olacakları önceden haber veriyordu. Her şeyi olduğu gibi söyleyecek değildi ya… Geri kalanının da ben bilecektim. Burası, işin esrarengiz tarafıydı.
Ertesi hafta bir Orhan Kemal kitabı daha bulmak umuduyla çerçiye koştum. Çerçiye de anlattım onun bizim Neriman’dan bahsettiğini. Çerçi önce güldü, sonra ciddi bir yüzle tezgâhın altından “Ekmek Kavgası”nı çıkardı. Kitap, sanki başımıza geleceklerin habercisiydi. Mahallemizdeki insanların aç kaldıkları için yemek çöplerini kedi, köpeklerle bölüşmek için savaşacakları düşüncesi uzun süre uykularımı kaçırdı. Çünkü “Kıbrıs’a Barış Harekâtı” başlamıştı. Karartma gecelerinde Kore gazisi büyük enişte, asker üniformasını giyerek belinde tabanca ile uyuyordu. Dedem de eve sürekli erzak depoluyordu. Ya bir gün okuduklarım gerçek olursa… Hepimiz aç kalırsak…
Orhan Kemal Her Şeyi Biliyordu…
Kasabada Vildan teyzenin yaşlı kocasını banyoda yıkarken dövdüğü söyleniyordu. Veterinerin cimriliği kasabada nam salmıştı. Veremli kızı Nihan, iyi beslenemediğinden iyileşemiyordu. Belediye başkanının hiç evlenmemiş olması evde kalmış kız kurularını ilgilendiriyordu! Deveci’nin Mustafa, kız kaçırmaktan hapse girmişti. Sürekli “Vukuat Var”dı! Nasıl olsa Orhan Kemal’im yanımdaydı. Tek muhatabı da bendim. Bana olacakları söyleyecekti. Acaba olacakları değiştirebilir miydim? Kötülükleri yok edebilir miydim?
O’nun öykülerini okumaya devam ettim… Artık ne gerçek ne değil ayıramıyordum. 10 yaşındaki çocukluğa özgü, sığ bir okurluktu bu! Orhan Kemal’in hikâyelerine tuhaf bir gerçeklik yükleyip akılcılıktan uzaklaşmıştım. Kasabaya ara sıra uğrayan sessizlik, sanki hikâyelerimi okumadığım zamanlar oluyordu! O günlerde kapı kapı dolaşıp düğün şekeri dağıtan Hadiye teyzeye kulak kabartıyordum. Bir süre sonra mahallede hiçbir şeyin değişmemesi, beni iyice hayret düşürdü!
Bir Gün Orhan Kemal’i Tanıyıp Tanımadığını Öğretmen Babama Sordum.
Cevap vermesini beklemeden, söyleyiverdim Neriman’ı, Vildan Teyze’yi, Nihan’ı, El Kızı Hacer’i, Murtaza’yı, Pavli Dayı’yı, Virjin’i, Köse Hasan’ı tanıdığımı… Babam, hayretler içinde kaldı. Anlattı bana öğretmen sorumluluğuyla Orhan Kemal’in kim olduğunu… İnsanların hikâyeler anlatabileceğini ya da yazabileceğini… Masallar ile halk hikayelerinin olmasını istediklerimizi yazdıklarını… Gerçeklerin, gerçekleşebilecek şeylerin de yazılabileceğini… Kütüphanemizde duran “Kaçak” romanının gösterdi. “Büyüyünce bunu da okursun!” dedi. Bir an “Acaba bizim kasabadan kim kaçacak?” diye düşünmekten kendimi alamadım.
Orhan Kemal’imi babam elimden almıştı. Kurmacaya zorunlu bir geçiş yapmıştım. Hayal kırıklığı ile içimde garip bir boşluk oluştu. Değiştiremeyeceğim gerçekler beni üzdü, “acı çekme” duygusu çocukken içime yerleşiverdi. Orhan Kemal beni hayallerden çıkarıp gerçeğe bağlamıştı.
O, hep benimle oldu. Önce Kaçak, sonra Baba Evi, Suçlu, Gurbet Kuşları, Arkadaş Islıkları ile diğerleri ilk gençliğime bulaştı. Kaygı, yoldaşım oldu. O, sadece gördüklerimi değil göremediğim insanları da anlattı bana. Yıllar geçti… Ben büyüdüm… Kasaba da büyüdü; adı İstanbul oldu. Zaman zamanı kovaladı… Gençliğime yeni heyecanlar eklendi. Değişiyordum… Zamanın kurgusuna boyun eğmem gerektiğini büyüklerim vurgulasa da onun cümleleri “kabullenme” dediler.
Geçen Akşam, Kütüphanemde Okunmayı Bekleyen “Sokakların Çocuğu”nu Elime Aldım.
Cevdet’i hapse düşürmemesi için rahmetliyi mezarından çıkarıp yalvarmak istedim. Yeni öğrendim, Abdülbaki Gölpınarlı’nın tek sevdiği yazarın Orhan Kemal olduğunu. Sokakların Çocuğu Cevdet’i hapse düşürmemesi için Orhan Kemal’in evine gidip onunla pazarlık yaptığını…
Benim Orhan Kemal’im bitmez… “Değiştirebilirsin!” dedi ömrüm boyunca… O’nun sesini kaybedersem kendimi de kaybederim. Karakterler yaratmak, aşkları destan yapmak, kahramanlarla boy ölçüşmek kısaca yaratmak umuttur. Yazılan her sözcük, bir cümle, bir paragraf, bir öykü, bir roman umut olur insanlığa… Bunları okuyan da umut olur yaşama…
110. yaşı kutlu olsun.