22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Ortodoks politikalar bankacılık krizine neden oldu

Serhat Latifoğlu

Serhat Latifoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

IMF’nin F&D (Finans ve Kalkınma) isimli dijital dergisinde Prof. Dr. Lucrezia Reichlin ile önemli bir röportaj yayınlandı. Reichlin Avrupa Merkez Bankası’nda araştırma direktörü olarak görev yaptı. Halen London School of Business’te öğretim görevlisidir. Yapılan röportajın konusu Batı merkez bankalarının agresif faiz artışları ve devamında gelen bankacılık krizidir. Reichlin, ana akım ekonomistlerin görmezden geldiği bir konunun altını çiziyor; merkez bankalarının krizdeki asli rolü.

HIZLI FAİZ ARTIŞI KRİZE NEDEN OLDU

Röportaj bankacılık sisteminde yaşanan krizin ortak noktalarının ne olduğu konusu ile başlıyor. Prof. Reichlin, ABD ve İsviçre’de yaşanan krizleri ayrı ayrı sınıflandırmış. ABD’deki krizle ilgili olarak küçük-orta ölçekli bankaların portföyünde taşınan devlet tahvillerinin değer kaybının esas olduğunun altı çiziliyor. İsviçre’de yaşanan krizin ise bir süreden beri devam eden Credit Suisse’e özel sorunların bir araya gelmesinden kaynaklandığı ifade ediliyor. İki krizin ortak noktası, yasal denetim eksikliği ve kötü risk yönetimidir. Tabi en önemli vurgu ise şu; merkez bankaları İkinci Dünya Savaşı’ndan beri görülen en hızlı tempoda faiz artışı gerçekleştirdi. Hızlı faiz artışının veya sıkılaştırmanın zayıf regüle edilmiş bir piyasada, kötü yönetilen ve likiditesi düşük bankaların etkilenmemesinin mümkün olmadığının altı çizilmiş.

BANKACILIK KRİZİ YAPISALDIR

Prof. Reichlin’in önemli bir öngörüsü ise Batı’nın merkez bankalarının faiz artışına devam etmesi halinde bankacılık krizinin yayılacağı yönündedir. Röportajda mevcut bankacılık sisteminin yapısının yeni krizlere kapı açtığının altı çiziliyor. Ve şu ana kadar bankalarda yaşanan sorunlar bankacılık sisteminin yapısal sorunlarına dair bir uyarı niteliğindedir (sistemsel risk olarak da tanımlanıyor). Merkez bankaları bugün krizlere daha aktif olarak müdahale ediyor ve bu konuda epey tecrübe edindiler. Fakat bu müdahaleler tekil sorunlarda başarılı oldu. Sorun genele yayıldığında aynı başarının gelemeyeceği konusunda uyarıda bulunuluyor. Özellikle Credit Suisse’de yaşanan sorunlar bankacılık sisteminin temel sorunlarına işaret ediyor, yürürlükte olan mevzuat ve düzenlemelerin ne kadar başarılı olabileceğine dair şüpheler belirtiliyor.

BATAN BANKALARIN KURTARILMASI SORUNLU

Prof. Reichlin banka batışları ile ilgili çözüm yöntemlerini de tartışmaya açıyor. Bankalar iki temel yolla kurtarılabilir; batan bankanın varlıklarına dayanarak veya dışarıdan sağlanan kaynaklarla kurtarmak. İlkinde sorun kesin olarak çözülmüyor, risk devam ediyor ve bankacılık sistemine sinsice yayılabiliyor. İkinci yöntemde kamunun kaynaklarının kötü yönetilmiş bir banka için kullanılması etik tartışmaları gündeme getiriyor. Credit Suisse vakasında İsviçre’nin en büyük bankası UBS, kamu tarafından Credit Suisse’i devralmak için teşvik edildi. Ama bu yolun ideal bir çözüm olmadığının altı çiziliyor.

YAPISAL RİSKE KARŞI GARANTİ YOK

Müdahale için uygulanan şartlardan birisi olan sermaye yeterlilik oranının yüzde 8 olması konusu sorun teşkil ediyor. Sermayesi eriyen bankanın bankada bulunan mevduatların erimesi nedeniyle kurtarma girişiminin geç ve yetersiz kalması söz konusudur. Ayrıca mevduat garantisinin sadece 100 bin avro olması başka bir sorundur. Mevduat sahiplerinin yapısal riske karşı garantisi yok ve AB’de ortak bir mevduat garanti mekanizması yok. Bu da sistemi kırılgan hale getiriyor. Bankalarda bulunan yabancı mevduat sorun yaşandığı zaman hızlıca çıkış yapıyor ve bu da bankalarda kırılganlığı artırıyor.

LİKİDİTE VE GÜVEN SORUNU GENELE YAYILABİLİR

Batı merkez bankalarının fiyat istikrarı ve finansal istikrar arasında politika tercihi yapmak zorunda kalması bankacılık sistemini tehdit eden bir unsurdur. Bankalara para enjekte ederek likidite sorunun çözülmesi mümkün görünüyor. SVB vakasında buna şahit olduk. Fakat Prof. Reichlin likidite sorunu genele yayıldığında finansal istikrarın nasıl sağlanacağının cevabını verememiş. 2008 finansal krizinde yaşanan da tam olarak buydu; seri batışlardan çok sonra likidite ve güven sorununun önüne geçilebilmişti.

‘ENFLASYONU İFLASLARLA DÜŞÜREBİLİRİZ’

Prof. Reichlin hızlı faiz artışının neden olduğu kredi daralması ile ilgili çarpıcı bir örnek veriyor. Eski Fed Başkanı Paul Volcker’in eski FED yöneticisi Alan Blinder’a para politikasının enflasyonu nasıl frenlediğine verdiği cevap şu; ‘iflaslara izin vererek’! Prof. Reichlin sıkılaştırmanın sistemde bulunan şirketlerin bazılarında ödeme güçlüklerine neden olacağı uyarısında bulunuyor. 1980’lerin başında yapılan faiz artışları tasarruf ve kredi bankalarının batışıyla sonuçlanmıştı. Reichlin açıkça şunu ifade ediyor; hükümetler batışlara engel olamıyor ve yaşananları seyretmek zorunda kalıyor!

BATIKLARIN FATURASI KAMUYA ÇIKIYOR

Prof. Reichlin SVB’nin batışı vakasına dayanarak iki temel ders olduğunu söylüyor. Birincisi; sadece büyük bankalar değil küçük-orta ölçekli bankalar da büyük bir krize neden olabiliyorlar. Tüm krizler potansiyel olarak büyük tehlike arz ediyor. İkincisi; mevduat sahipleri çok hassas ve çabucak bankalardan çıkış yapabiliyor. SVB’de tüm mevduat garanti altına alındı ama bu yöntemin diğer bankaların da iflasa sürüklenmesi halinde uygulanabilirliği tartışma konusudur. Bu çözüm yöntemi konusunda soru işaretleri var. Ama gerek SVB vakasında gerekse Credit Suisse vakasında maliyet her halükarda kamuya yansıyor. ABD tarihinde batan en büyük ikinci banka olan First Republic ile ilgili JP Morgan’ın satın alma şartları ile ilgili şeffaflık olmadığı için Reichlin yorum yapmamış. JP Morgan için karlı bir işlem olmakla birlikte kamuya maliyeti henüz belli değil!

BANKACILIK KRİZİ DEVAM EDİYOR

Sonuç olarak Prof. Reichlin röportajı önemli bir uyarıyla bitiyor; kriz henüz bitmedi ve yürürlükteki yasal düzenlemeler krizi önlemek için yeterli değil. Yaşanan son tecrübe bize şunu gösteriyor; ortodoks para politkaları ile ekonomik sorunları çözmeye çalışan Batı’nın neoliberal ekonomi yönetimleri bir kez daha krizle karşı karşıya kalmış ve iflas etmiştir.

Kaynakça:

https://www.imf.org/en/Publications/fandd/issues/Series/Analytical-Series/cafe-econ-early-lessons-from-the-recent-banking-turmoil