Oscar ne hallere düştü: ‘Anora’
Bu yılın en iyi filmi seçilip Oscar heykelciğini havaya kaldıran “Anora”, son yıllarda baş aşağı giden Akademi Ödülleri’nin çivisinin iyiden iyiye çıktığını kanıtlayan bir film. Gerçi yakın geçmişte “Ölümcül Tuzak-The Hurt Locker” (2010) ya da “Operasyon: Argo” (2012) gibi pespayelikler bile baş tacı edilmişti ama yine de genel anlamda Oscar deyince aklımıza kalburüstü bir şeyler geliyordu. “Anora” ise hiçbir etkileyicilik ya da karizma içermeyen alelade bir seks gösterisi olmaktan öteye gidemiyor. En iyi film seçilmesinin yanında en iyi yönetmen, en iyi senaryo ve en iyi kurgu dallarında da ipi göğüslediğini belirteyim. Kısacası, Oscar ödüllerinin bu hallere düştüğünü görmek, en hafif deyimle üzücü.
Kısaca “Ani” olarak çağrılmayı seven Anora, vakti zamanında ABD’ye göç etmiş bir Rus ailenin üyesi. New York’un ünlü gece kulüplerinden birinde striptiz yapan, sık sık da kulübün özel odalarında paralı müşterilerle birlikte olan genç kadının karşısına günün birinde ünlü bir Rus oligarkın oğlu olan İvan çıkıyor. Zengin ve şımarık delikanlı Ani’ye âşık oluyor ve evlenme teklif ediyorsa da asıl amacı az çok Rusça bilen bir kadınla evlilik yaparak kapağı ABD’ye atmak. Anora ise yeni bir hayata başlama umuduyla bu parlak teklifi kabul ediyor ve gençler evleniyor. İvan’ın anne-babasının “bu oğlan ne haltlar karıştırıyor acaba?” diyerek özel uçaklarıyla New York’a gelmesiyle birlikte işler sarpa sarıyor, Anora’nın görmekte olduğu “Amerikan rüyası”, birkaç haftalık eğlence olduğunu anlamasıyla son buluyor. Oğullarının bir fahişeyle evlenmesine kesin olarak karşı çıkan Zaharov çifti, bir bahşiş parası (10 bin dolar) vererek Anora’yı uzaklaştırmaya çalışıyor. İvan ise zaten karaktersizin teki çıkıyor.
ORTADA AŞK YOK
Filmin ilk yarısı tam bir cinsellik ve kadın bedeni sunumu olarak gelişmiş durumda. Haddi hesabı bulunmayan paraya sahip Rus oligarkın oğlu ile yarı Rus-yarı Amerikalı bir fahişenin bol alkol ve uyuşturucu kullanımı içeren çeşit çeşit yatak serüvenleri kâğıt üstünde bile çok şey vaat etmezken, yönetmen Sean Baker seyircinin gözünü boyamak için elinden geleni yapıyor, neredeyse kırk takla atıyor. Anora’nın çalıştığı kulüpteki meslektaşlarıyla ilişkileri, çelişkileri, kıskançlıklar vb., İvan’ın sanki elindeki ayakkabıya uygun ayak bulmaya çalışıyormuşçasına kendine uygun bir kadın araması, yer yer “Külkedisi” öyküsünü de akla getirerek sürüyor. Tuhaf olan, Anora da İvan da sonuçta kendi çıkarları (Bol para kazanmak ve Amerikan pasaportu almak) doğrultusunda davranırlarken senaryonun bunu bize bir aşk öyküsü gibi yutturmaya çalışması. Ortada gerçek bir aşk değil çıkar ilişkisi var ama film bunu ahir zaman aşkı olarak tasarlama peşinde.
BİR DE AHLAK DERSİ
İkinci yarı ise Rusya’dan gelen anne-baba, onların adamları ve avukatları, İvan’ın evden kaçıp ortadan kaybolmasıyla biraz daha hareketleniyor ve kimi sahnelerde komediye bürünüyorsa da Sean Baker bu kez de ahlak dersi vermeye kalkışıyor. Bu ders de Anora’nın “saf ve masum duygularının” kurbanı olması üzerinden aktarılıyor! Öyle ki finalde saflığın ve masumiyetin sembolü haline getirilen zavallı genç kız için gözyaşı dökmemiz bile amaçlanıyor.
Kimi sahnelerde Ortodoks kilisesini ve Ermenileri de işin içine katarak din ve ırk muhabbetleri yapan, mahkeme sahnesiyle soslanan “Anora”, bana çok zayıf gelen, “Bir Fahişenin Gündüz Düşleri” denilebilecek kıvamda bir film. Yönetmen Sean Baker’in en iyi Oscar’ını “seks işçilerine” adaması da boşuna değil. Anlayacağınız her şey Oscar’ın kuralların uygun biçimde gelişmiş durumda.