12 Kasım 2024 Salı
İstanbul 13°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Osmanlı ve Osmanlıcılık

Semih Koray

Semih Koray

Gazete Yazarı

A+ A-

Uygarlıklar doğar, büyür ve yaşlanırlar. Uygarlığın gençlik döneminde toplumsal enerji geleceği kurmaya odaklanır. Geçmişten devralınan birikim, geleceği kurmanın yapı taşlarına dönüştürülür. Öznenin çabası toplumun nesnesini şekillendirme üstünde yoğunlaşır. Nesneyi tanımaya duyulan ihtiyaç, bilimin, onu dönüştürme iradesi de sanatın önünü açar. Yenilikçiliğe duyulan gereksinim, yaratıcılığı açığa çıkarır. Bu süreç, uygarlığın insanlığın gelişimine olan katkılarını yetkinleştirir.

UYGARLIK VE TOPLUMSAL SİSTEM

Uygarlığın zeminini oluşturan toplumsal sistem, üstünde rol aldığı sahnenin de sınırlarını belirler. Bu sınırlara ulaşıldığında duraksama başlar. Öznenin nesneyi şekillendirmesi, yerini nesnenin özneyi sınırlandırmasına bırakır. Geçmişin kabuğunu kırarak yükselmiş olan uygarlığın kendisi kabuk tutmaya başlar. Geçmiş ile gelecek arasındaki ilişki karşıtına dönüşür. Geçmiş, artık geleceği doğuran bir etken olmaktan çıkıp, onu içine hapseden bir kabuk haline gelir. Belki daha da önemlisi, kabuk tutan uygarlık, kendi katkılarıyla insanlığın ortak birikimine malettiği değerleri artık yaşayamaz ve yaşatamaz hale gelir.

OSMANLI VE BİZANS

Osmanlı İmparatorluğu, Türk-İslam Uygarlığı’nın son halkasıdır. Osmanlı Beyliği, Bizans sınırında bir uc beyliğidir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi mirasını devralmış olan Karaman Beyliğinin değil de, beylik sıradüzeninin kıyısında kalmış Osmanlı Beyliği’nin bir cihan imparatorluğuna dönüşmüş olması, öğreticidir. Osmanlı’yı diğer Anadolu Beyliklerinden farklılaştıran, tam da Bizans’la olan sınırdaşlığı olmuştur.

Doğu Roma, Batı Roma’nın çöküşünden sonra bin yıl daha varlığını sürdürmüştür. Bunu mümkün kılan kölecilikten feodal bir sisteme geçmiş olmasıdır. Osmanlı, uzunca bir süre, çatışmanın yanı sıra, Bizans’la siyasal ve kültürel bir etkileşim içinde bulunmuştur. Osmanlı’yı büyüten de, Türk-İslâm Uygarlığı’nın kazanımlarını artık Bizans’ın kendisinin yaşatamaz hale geldiği birikimle birleştirme imkân ve kabiliyeti olmuştur.

BATI ROMA, OSMANLI VE ‘BİLGİ ÇAĞI’

Batı Roma, Akdeniz havzasındaki köleci uygarlıkların son halkasını oluşturmuştur. “Teori” kavramı, Ege ve Yunan uygarlıklarının insanlığa bir armağanıdır. Oysa bu kavram Roma’da itibar sahibi olmak bir yana, hor görülmüştür. Roma’nın makbul bilgisi, askeri amaçlara ya da devlet düzenini ve hukuku güçlendirmeye yarayan bilgidir. Osmanlı’nın bilgiye karşı tutumu da Roma’nınkine koşuttur. Batı Uygarlığı, kökeninde Türk-İslam Uygarlığı’nın önemli bir etken olarak yer aldığı Bilimsel Devrim ve Hümanizm temelinde yükselen Aydınlanma’yla yola çıkmıştır. Ama Batı Uygarlığı’nın günümüzde varmış olduğu “Bilgi Çağı”nın bilgi anlayışının Batı Roma’nın tutumuna olan çarpıcı benzerliği, ilginç ve öğreticidir.

YAŞAYAN ZENGİNLİK Mİ MÜZE ZENGİNLİĞİ Mİ?

Son halkasını Osmanlı İmparatorluğu’nun oluşturduğu Türk-İslam Uygarlığı, içinde yaşadığımız coğrafyanın gelişmesine katkıda bulunacak zengin kazanımlar içermektedir. Ama tarihsel kazanımların içinde oluştukları toplumsal koşullar sarmalında mumyalanarak muhafaza edilebilecekleri yegâne yer, müzelerdir. Geçmişin kazanımlarını yaşatmak, ancak onları günümüz koşullarına uygun bir içerikle geleceği kurmanın maddi bir gücüne dönüştürmekle olanaklı hale gelir.

‘OSMANLICILIK’ DEĞİL ‘CUMHURİYETÇİLİK’ YAŞATIR

Atatürk Devrimi, her büyük devrim gibi, hem geçmişten köklü bir kopuşu yansıtır, hem de geçmişin kazanımlarının oluşturduğu zemin üstünde yükselir. Kopuş, “çöken Osmanlı”dandır. Kopuş, tarihsel ömrünü yitirdiği için kendisinin insanlığa maletmiş olduğu kazanımları artık yaşatamaz hale gelmiş olan Osmanlı’nın ülkemizin beka sorunu karşısında “çaresiz kalışı”ndandır. Atatürk Devrimi, öte yandan, Osmanlı da dahil bütün Türk tarihinin insanlığın gelişmesine yapmış olduğu katkıların günümüzün yaşayan maddi bir gücüne dönüştürülmesini olanaklı kılan bir toplumsal zemin yaratmıştır. Bu toplumsal zemin, Cumhuriyet’in önderliğinde yürütülen milletleşme sürecidir. Onun için bugün Osmanlı’nın kazanımlarını da yaşatacak olan “Osmanlıcılık “değil, “Cumhuriyetçilik”tir. Türk tarihini yaşayan maddi bir güce dönüştürmenin en etkin yolu, ülkemizin yeniden Atatürk Devrimi yoluna girerek bu devrimi tamamlamasıdır.