25 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Otokritik yapma gibi bir alışkanlığımız yok

Halit Deringör

Halit Deringör

Eski Yazar

A+ A-

2015 seçimleri bitti. Şimdi sorunları yaşanıyor. Bana göre; halk bu seçimlerde doğruya yakın doğruyu buldu. Verdikleri oylarla tek parti iktidarını yıktı ve de yeni bir partiyi meclise soktu. Şimdi AKP ve CHP, MHP ve BDP aralarında her şeye rağmen konsensüs yaratarak bir koalisyona gitmeleri gerekir. Ama hangi yüzle ve nasıl olacak? Seçim propagandalarında birbirlerine etmedikleri küfürler, yapmadıkları suçlamalar kalmamıştı. Sanki aralarında kan davası var. Bir türlü devlet adamı olmanın getirdiği şu siyasi nezaketi öğrenemediler. Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Olabilir ama bunu söylemenin de bir üslubu vardır. Bir araya gelseler bile ilerisi için hiçbir şans görülmüyor. En ufak konuda birbirlerine girecekleri ayan beyan görülüyor. Ama yine de bütün olumsuzluklara rağmen bir araya gelip, iyi veya kötü bir koalisyon kurmaları gerekir. Yabancılar ne düşünüyor bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa endişe ile izledikleridir. Gerek ekonomi gerekse sosyal birçok olay S.O.S veriyor. Altın, asansör gibi bir yukarı bir aşağıya iniyor. Ticaret ve sanayi kesimi isyanlarda. Doların hareketliliği karşısında ticaret açığımız büyüyor. İşçi, memur, esnaf zorluk içinde. Pazardaki yerli ürünlerimiz bile el yakıyor. Türkiye’yi bu günkü duruma getiren bu kafalar, şimdi durumu nasıl düzeltecek? Bunu da aklımız almıyor. Sadece umut besliyoruz o kadar. Yani ülke olarak tam anlamı ile gaflet içindeyiz.  

Bütün bunlar karşısında bir de futbol dünyamıza bakalım. O da başka bir alem. Sanki onlar bu dünyayı bırakmışlar başka bir dünya ile ilgileniyorlar. Futbol ile yatıp futbol ile kalkıyorlar. Sanki ülkenin başka bir sorunu yokmuş, her şey güllük gülistanlıkmış da futbol ve futbolcu sorununu çözmek lazımmış gibi. Elbette onlar da bu ülkenin şartlarında yaşayan insanlar ama pek belli olmuyor. Öncelikleri farklı. Ülkenin durumu onları pek ilgilendirmiyor. İlgilendikleri şey kongrede kim kazandı kim kaybetti? Federasyon seçimlerinde ne olacak? Takımları transferde hangi futbolcuyu alacak? Hangi futbolcu satılacak? Ne paralar ödenecek? Ne paralar alınacak? Tüm bu hesapların içindeler. Bu hesaplar yapılsın da ülke hesapları nasılsa olur! Tavrı içindeler. Bir anlamda kasap et koyun can derdinde.  

Futbolumuz şimdi tatilde. Sezon açılmasını dört gözle bekliyoruz. Çünkü bizi tatmin edecek spordan başka şey yok. Kendimiz hakkında otokritik yapmak, yanlışlarımızı bulmak, onları tekrarlamamak, düzeltmek gibi uğraşlarımız pek yok!. Çünkü biz her şeyi doğru yaparız. Zaten kabahat bizde değil, onlarda. Onlar kimse? Biz her şeyin mükemmelini bildiğimiz için böyle bir otokritik yapmaya gerek yok. Hem bu alıştığımız bir şey de değil. 

Şimdi bir de Futbol Federasyonu seçimleri var. Bunu Türkiye’nin genel seçimlerinden soyutlayabilir miyiz? Hayır bence. Adayları basından izliyoruz. Adaylık için 7 kişinin başvurduğu belirtiliyor. Bunların içinde en popüler olanları Yıldırım Demirören, Haluk Ulusoy ve Duygun Yarsuvat. Demirören ve Ulusoy’u spor kamuoyundan çok iyi tanıyoruz ama Yarsuvat hocayı pek iyi tanımıyoruz. Ancak Akademik faaliyet dururken böyle bir ıstakoz sepetine girmesine hayret ediyorum doğrusu. İfade edildiğine göre, Federasyon içine demokrasiyi getirmek içinmiş! A be hocam Türkiye’de olmayan bir şeyi sen nasıl futbol camiası içine getirirsin ki? Anlamadım. Neyse.. Yolunuz açık olsun.. 

ÜLKEMİZDE DÜNYA ÇAPINDA KALECİLER YETİŞMİŞTİR 

Futbolda başarısız bir sonuç alındığında fatura, ya hakemlere ya da kalecilere çıkartılır. Onların önceki iyi oyunları ya da iyi maç yönetimleri unutulur. Futbol kamuoyunda bir inanış vardır. ‘Türkiye’de iyi kaleci yetişmiyor’ diye. Bana göre çok yanlış bir düşünce. Aksi durumun olduğunu gösteren bir sürü misal var. Benim fikrime göre; bizim kalecilerimiz diğer ünlü dünya kalecileri kadar da yeteneklidir. 

Eski yıllara bir bakalım; uçan kaleci Cihat Arman, Berlin Kaplanı Turgay Şeren, Özcan Arkoç, Nejdet Erdem, Bedii Yazıcı. Varol Ürkmez, Manchester kahramanı Yavuz Şimşek, Rüştü Rençber, her şeye rağmen Volkan Demirel ve de isimleri hatırıma gelmeyen niceleri. Bunların hangisi dünyanın ünlü kalecilerinden geridedir. Hiç biri! Ancak biz şartlanmışız. Yabancı hayranlığımız da var. Galatasaray’ın eski kalecisi Smoviç ve şimdiki kalecisi ise Mustela. Her ikisi de gerçekten iyi kaleci. Ama bizimkiler de onlardan aşağı değil. 

Yaklaşık 20 yıl kadar önce Fenerbahçe-Trabzonspor maçında Trabzonsporlu Hami Mandıralı’nın kaleye vurduğu 5 şutunu, Rüştünün akılları durduracak şekilde çıkartması, Cihat Arman’ın Saracoğlu Stadı’nda oynadığımız bir İngiliz maçının son dakikalarında aleyhimize verilen penaltıyı havada 2 kez pozisyon değiştirerek yaptığı kurtarışı unutmak mümkün mü? Cihat Arman’ı bu günkü kuşak görebilseydi inanıyorum ki onlar da büyük bir hayranlık duyacaktı. Cihat’ın penaltıyı kurtardığı o maçta, İngilizlerin kalemizin önüne gelip Cihat’ı tebrik edişlerini hiç unutmam. Kulüplerimizin avuç dolusu para verip, yurtdışından kaleci getirmesi ve Türkiye’de kalecinin yetiştirilmemesi fikrinin yerleşmiş olması üzüntü, üzüntünün ötesinde kaygı verici bir durum. 

FENERBAHÇE’Yİ ŞAMPİYON YAPAN İLK TEKNİK DİREKTÖR KİM? 

Değerli kardeşim ve sütun arkadaşım Metin Tükenmez, yazdığı ‘Genel Kaptanlardan Sportif olaylara’ başlıklı yazısında misal olarak da benimle beraber, Beşiktaş’ın ve Türk futbolunun hiç unutamadığı Baba Hakkı’yı göstermiş. ‘Bunlar teknik direktörlerin zaman zaman üzerine bile çıkarlardı’ diyor. Söyledikleri tamamen doğrudur. Ancak, ben bunlardan söz edemiyorum. Çünkü yaptım, ettim gibi ifadeleri despotik ifadeler olarak niteliyorum. İnsanın kendi yaptıklarını anlatması zor bir olay. Ancak doğruların da bilinmesi ve sadece futbol sektöründe değil her sektörün tarihi gelişiminin içinde doğru bilgilerin yazılması bence önemli bir konudur. 

Bizim kuşaktaki futbol terminolojisinde bu günkü teknik direktör gibi bir kavram yoktu. “Umumi Kaptan” vardı. Genel Kaptan da denilirdi. Sevgili Tükenmez’in dediği gibi Genel Kaptanlar yönetim içinden seçilirdi. Benim umumi kaptanlık görevim de böyle oldu. Devlet memuru olarak Anadolu’ya tayin edildiğim dönemde futbolcu ve yönetici olarak futbol kulüplerinde de görev yapmıştım. Malum ya o zamanlarda futbol amatördü bu günkü gibi profesyonellik yoktu. Samsun ve Bursa takımlarını çalıştırdığım dönemde her ikisi de şampiyon oldu. Daha sonra İstanbul’da Tekel Futbol takımını çalıştırmış ve ardından Fenerbahçe Yönetimine girmiş ve istekli olmamama rağmen Fenerbahçe Umumi Kaptanı olmuştum. Tesadüf bu ya görev başında olduğum Tekel Futbol takımı da Fenerbahçe futbol takımı da şampiyon olmuştu. 

Wikipedia’ki bilgiye gelince, oradaki bilginin yanlış olduğunu bilmiyordum. Tükenmez kardeşimin yazısından öğrendim.. Yeni görevim o bilginin düzeltilmesini sağlamak. Teşekkürler sevgili Metin Tükenmez. Eğer gerçekten Mustafa Denizli kendisinin Fenerbahçe’yi şampiyon yapan ilk Türk teknik direktör olduğuna inanıyorsa geçmiş olsun..