Otuz Beşinci Tablet, Kurt
Bozkırın aklı biz, kalbi biziz! Biz kurduz!
İleri atıldık günbatımına dek ve kurduk Roma’yı.
Geri çekildik, Çin Seddi’ne kadar, omuzlayıp kırdık kapıyı.
Biz biliriz Asya’yı, Ön Asya’yı; dost kimdir ya düşman kim!
Pençelerimizden boynumuza aşar dokuz iklim,
İnci gibi yağardı kirpiklerimize kar: Biz, hep bizdik.
Ama, biz değildik uluyan. Toprak uluyordu her efkâr.
Gök uluydu. Ulanırdı Tanrıya başkaldıran sesimiz.
Oraklar ekin biçsin diye, beslerdi kılıçları kızlar,
Bir ciğerimizden öbür ciğerimize koşardı kan.
Ordular da akardı kıtalardan kıtalara, biz de akardık.
Yetişip önlerine geçerdik asi halkların, içimizde bir pusula.
Derdi Karacaoğlan: Düşmanına bozkurt gibi boşan!
Kızıl gözbebeklerimiz ant içmiş bayrak gibi gergin.
Bırakın işlesin bizi hançer başlarına nakkaşlar.
Tanıdık insanı dünyada ilk biz. Yüreği yüreğimizdi.
Emzirdik atılmış çocuklarını, büyüttük, yürüttük.
Kulkamuş rüyasında kimi gördüyse, biz onu gördük:
Pişmiş tuğlaya el bastık, hem dökülmüş tunca,
Ergenekon’dan çıkınca Uruk’un surlarını bir daha aştık,
Aşinadır bize, gezer oralarda hâlâ kutsal Asena.
Nasıl arka ayaklarımız basarsa ön ayaklarımızın izine,
Gideriz biz de izinden, kendi yasalarımızın, acılarımızın.
Kurtlar ağlamaz! Ama biz ağladık, iki yerde iki kez.
Atılıp baktık kayaların üstünden bir rezil çağa:
Kimliğimize bürünmüş zıplıyor Natocu bir kurbağa.
Bizi Kaşgarlı Mahmut’a sorun: Börü komşusun yemez.
Yemedik elbet, ama adımıza işlendi cinayet.
Kurda karşı kurtçuları affetmem, Türk’e karşı Türkçüleri!