Özgür Gündem'den yıldız haritalarına uzanan 'siyasi mücadele'
Bugün Aslı Erdoğan'ın Hürriyet Gazetesi'nde Ayşe Arman'a verdiği röportaj tarihe geçecek nitelikteydi; bir yazarın verebileceği en kötü röportaj olarak. Aslı Erdoğan bütün içtenliğiyle neden bir aydın kimse olamayacağını kendi cümleleriyle anlatıyordu. Aydın olmakla yazar olmak arasındaki ince çizgiyi gözlerimizin önüne serdi. Nedenlerini ve nasıllarını saydığımızda aslında Türkiye'de oradan oraya savrulan, ayaklarının üstüne basamayan aydının acınası tablosu hepimizi aradığımız aydına götürecek.
Öncelikle belirtmeliyim ki röportajı gerçekleştiren Ayşe Arman yaptığı her görüşmede belirleyici kişi olmayı öne koyar. Röportaj yapacağı kişiye sorularıyla yön vermenin dışında, kişinin röportaj günü giyeceği kıyafete kadar karar veren odur. Ayşe Arman kadar Türkiye'nin en büyük medya patronu Aydın Doğan'ın gazetesinde çalıştığının farkında olan kişi sayısı azdır. Kimi seçeceğini bilir, ne söyleteceğini bilir, nerede durduracağını bilir. Bu röportajda da Aslı Erdoğan'ın siyasi kimliğini sınırlandırmış olması muhtemeldir, çünkü Hürriyet gazetesinde hiçbir kelime boşa yazılmaz, hiçbir kelimenin iktidar ilişkilerinden azade bir kimliği yoktur. Aslı Erdoğan'ın röportaj boyu neredeyse hapse girişinin ham maddesi konumundaki hiçbir konu röportaja dahil edilmemiştir, hiçbir siyasal söylem barındırmamaktadır. Bu durum Doğan Medya'sının sınırlandırması nedeniyleyse Aslı Erdoğan büyük bir yanlış yaparak buna rağmen röportaj vermiştir; yok değil ise, yani kişisel bir geri duruş söz konusu ise bu çok daha büyük bir altüst oluş ve hezimettir. Ancak olgular bizi ikinci kanada daha yakın tutuyor.
Aslı Erdoğan'ın alışılmışın dışında bir kadın olduğunu inkar edemeyiz. Yaşamına baktığımızda birçok insanın koşarak üstüne atladığı şeyleri elinin tersiyle ittiğini görürüz. Robert Kolej, Boğaziçi Üniversitesi ve CERN'den Bakırköy Cezaevi'ne uzanan süreç hepimizi bir düşüş mü yoksa bir duruş mu sergilediği ikileminde bırakır. Ancak Ayşe Arman'a verdiği röportaj bizi bu ikilemden çıkartacak cinsten.
Türkiye'de hapishane hiçbir zaman sadece suç işleyenin cezasını çekmek üzere girdiği yer olmadı; bununla birlikte düşünce ile mücadele alanı da oldu. İşte bu nedenledir ki hapishaneler çok uzaklarda başkalarının girdiği yerler olmaktan çıktı. Hepimizin mahpus yüzü görmüş tanıdıklarımız vardı. Kimi zaman hapishaneler üniversiteden farksız yerler, okullar haline geldi. Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz... Övünülecek şey değil muhakkak, ama övüneceğimiz şey şu; yaşanan bütün acıya ve zulme rağmen Nazım'ın "Yaşamaya Dair" şiirini yazabilmesi... Böyle bir şairin memleketi burası, nadide insanların memleketi. 12 yıl hapishanelerinde yatıp da memleketine sevgisinden bir gıdım eksiltmeyen bu yazarları okuduk; peki Aslı Erdoğan'ın 4 aylık hapishane süreci sonrasındaki "korkaklık" açıklamaları neyi ifade ediyor? Söyleyeyim; mücadele etmenin Aslı Erdoğan'ın üzerine birkaç beden büyük geldiğini.
Biraz fantastik bir hayal kursaydık ve Nazım Hikmet bugün 4 aylık bir hapis süreci sonrası Ayşe Arman'ın "Dışarıya çıkar çıkmaz yapmak istediğin şey neydi" sorusuna yanıt verseydi, ne derdi acaba? Hayal edeceğimiz en uç cevap bile Aslı Erdoğan'ın şu cevabına yetişemez, şöyle cevaplıyor Erdoğan; "Pek çok şey var. Ama kendime bir söz verdim, önce onu tutacağım. Acilen bir dövmeci bulacağım. Hani Yahudi mahkûmların kollarının sol üst tarafına numaralarını damgalarlardı ya, benim tutuklanmam da o kadar keyfi ki, kendimi bir toplama kampı mahkûmu gibi hissettim, gidip koluma, tutuklandığım tarihi 16.08.2016’yı yazdıracağım. Belki bir de 'Görüldü' diye yazdırırım. Neyi özlediğime gelince; denizin sesini özledim. Yazın tam 'yüzmeye gideyim' derken tutuklandım. Kafeye gidip kahve içmeyi çok özlemiştim. Sonra klasik müziği. Cezaevinde müzik yok."
Hangi tarafından tutsanız elinizde kalacak bir cevap. Dövme?! Ne tarihi temeli doğru ne gerekliliği yerli yerinde. Acının gösterişinden başka hiçbir anlama gelemeyecek bir söylem. Ancak siyasal çapı olmayan bir insan kendini bu söylemde ifade edebilir. Kimsenin kişisel buhranlarına laf etmek değil amacım ancak Özgür Gündem gibi ucu PKK terör örgütüne dayanan gazetede yazılar yazan, bu kadar büyük politik taşı kaldırmaya kalkışan kişinin 4 aylık (5 günü hücre- sonrası siyasi koğuş, bir bakıma geneli sol kanattan gelen insanların kaldığı yer) cezaevi süreci sonrası, Türkiye'de bunca sarsıntı, bunca dönüşüm, ki Aslı Erdoğan'ın kanadından bakılınca daha da vahim gözükecek olan düzinece şey varken klasik müzik, bale falan biraz garip kaçıyor haliyle. Ayrıca söylemek zorundayım, tüm röportajın arka fonuna bir de arabesk parça koysak neredeyse Aslı Erdoğan'ın demeçlerinin hepsi yerli yerine oturacakmış gibi.
Savunduğu siyasal görüşlerle çok büyük zıtlıklar içinde olmama rağmen Aslı Erdoğan'ı hem yazar hem politik anlamda seven biri olsaydım ağzından Kürtlerin ezilmişliği, devlet baskısı, Rojava, Kobane, özerklik, Cizre, anadilde eğitim, PYD, PKK, devlet terörü vb. kelimeleri duymayı beklerdim muhtemelen, oysa Aslı Erdoğan astrolojiden, falcılardan, kendi çıkardığı yıldız haritasının ona geleceği gösterdiğinden bahsediyor. Bunu söyleyen, soyunduğu siyasi duruşun yanında ayrıca bir fizikçi, bilim insanı.
"Hayatına ne kattı bu korkunç deneyim?" sorusuna "Ben daha sinik bir insandım. 'Direnmek, dayanmak, şudur budur' gibi sözcükleri hiç sevmezdim. Tamam yazılarda filan dayanışırsın, direnirsin ama gerçek hayatta böyle şeylere çok mesafeli bakardım. Yalnızlığım, en kutsal şeydi. Birdenbire yaşayabilmek için dayanışmayı, yıkılmamayı öğrendim." diye cevaplayan Aslı Erdoğan "gerilla" hareketi güdecek, eline silah alacak kadar "cesur" bir yapılanmanın altına imzasını atarken çoktan öğrenmiş olması gereken, attığı zaman bilmesi gereken "cesur olmayı", "direnmeyi" en son öğreniyor belli ki. Bir politik Aslı Erdoğan sevdalısı için en acısı sanırım, şu cümle olacaktır; "ben ekonomik nedenler olmasa, bu köşe yazarlığına hiç girmezdim ki." Aslı Erdoğan verdiği röportajla kendi mücadele anlayışını özetlerken bir mücadele anlayışı nasıl olmamalıdır, bunun dersini veriyor sanki.
Her insanın dayanma eşiği, tepkileri, acıları yaşama şekli farklıdır, mücadele şekillerinin farklı olması gibi ancak eylemlilik ile bilinç arasındaki mesafe neden bu kadar uzak Aslı Erdoğan'da? Sadece Aslı Erdoğan'da mı? Çelişkiler içinde debelenen, Batı'nın kucağına oturmuş bir "sol" hareket ne kadar ispat edebildiyse kendini, Aslı Erdoğan da bu röportajda o kadar ispat etmiştir siyasi kimliğini.
İyi cümleler kurabilmek, güzel kurgular oluşturmak, kelimelere hakim olmak ve insanlık halleri ile bunları harmanlayarak anlatı sunabilmek yazar olmak için yeterlidir ancak ideolojik işlev devreye girdiğinde aydın olabilme kavramı da devreye girer. Aydın, kendi aydınlanmış ve çevresine de bu aydınlığı saçabilen insan olacaktır. Aslı Erdoğan yazar kimliğini ideolojik kimliğiyle birleştirmeye çalıştı, ideolojik bir işlev ile yazmaya başladı. Ancak aydın olmak, dünyayı, ülkeyi, ezen ezilen ilişkilerini doğru yerden görmeyi, siyasal ve tarihsel alt yapıya her yönüyle hakim olmayı, bireysel döngülerin içinden çıkmayı, gösterişten sakınmayı, toplumu ileri taşıma amacıyla cesur, atak ve erdemli olmayı, ve her şeyden önemlisi hapislerinde yıllarını geçirse bile bir halkı bütünüyle sevmekten vazgeçmemeyi gerektirir. Ve bunlar yıldız haritalarında çıkmaz.