21 Kasım 2024 Perşembe
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Padişahım baş aşağı!

Tevfik Kadan

Tevfik Kadan

Site Yazarı

A+ A-

"Hudutlarının mühim ve büyük aksamı deniz olan Türk Devleti’nin donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türkiye Cumhuriyeti daha müsterih ve emin olacaktır. Mükemmel ve kaadir bir Türk Donanması'na malik olmak gayedir…"

Mustafa Kemal'in 20 Eylül 1924'te Hamidiye Kruvazörü'nün Hatıra Defteri'ne yazdığı bu satırlar, genelde eksik bırakılıyor. Aynı yazının devamında esas çözüme vurgu yapan Atatürk, “Bunun ilk azimet noktası, sefain-i harbiye tedarikinden evvel, onları muvaffakıyetle sevk ve idareye muktedir kumandanlara, zabitlere, mütehassıslara malikiyettir.” diye devam ediyor.

İşte uzun yıllar donanmamızın bu hayati ihtiyacının ana kaynağı olan Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu, bundan tam 248 yıl önce, 18 Kasım 1773'te kuruldu. Kutlu olsun!

Padişahım baş aşağı! - Resim: 1

OSMANLI'NIN İLK ÜNİVERSİTESİ

Mühendishane-i Bahri Hûmayun, Osmanlı'da bilimsel eğitim vermeye başlayan, dünyevi işlerle uğraşan ilk üniversitedir. 1768-1774 yılları arasındaki Osmanlı-Rus Savaşı Türk Donanması'nın yetersizliğini ortaya çıkarmış, Çeşme Baskını tarihin en acı tecrübesi olarak zihinlere kazınmıştır. O dönem Osmanlı'da Rus Donanması'nın Baltık'tan Akdeniz'e gelebileceğini hayal dahi edemeyen bir ehliyetsizlik vardır. Eksikliğin farkında olan büyük Türk Amirali Cezayirli Gazi Hasan Paşa, konuyu Padişah 3. Mustafa'ya açarak 18 Kasım 1773 tarihinde Kasımpaşa'da Tersane Hendesehanesi'nin kurulmasını sağlar. İlk zamanlar kurum içi bir kurs niteliği taşıyan bu okul, 1783'te Mühendishane-i Bahri Hûmayun adıyla askeri mimar, gemi mühendisi ve bahriye zabiti yetiştiren müstakil bir eğitim kurumuna dönüşür. Bu dönem okulu ziyaret eden Venedikli Başrahip Toderini, “De la Litterature des Turcs” adlı eserinde burada gördüklerini uzun uzun anlatıyor. Toderini; okulda “Seyrüsefer aletlerini, Avrupa baskısı deniz haritalarını, Atlas Minor'un Türkçe baskısını, bir muallimin imal ettiği gökküresini, usturlapları, Fransız ve Türk işi güneş saatlerini, İngiliz yapımı güzel bir sekstantı, tashihli muhtelif Türk pergellerini, İbrahim Müteferrika'nın tercüme ettiği ve ipek üzerine basılmış bir Asya haritasını, Delalande'ın astronomi çizelgelerinin Türkçe tercümesini ve yine Avrupa dillerinden tercüme balistik çizelgeler gördüğünü” kaydediyor.

İskoç Kampel Mustafa Ağa, Fransız Karmaran, Gelenbevi İsmail, Kasapbaşı İbrahim, Brun de Sainte-Catherine ve Seyyid Mustafa gibi isimlerin yanında Cezayirli'nin de bizzat dersler verdiği bu okulda kaydedilen ilerlemeyi, ünlü Macar mühendis Baron de Tott şöyle anlatıyor:

“Üç ay sonunda doğrusal trigonometrinin dört işlemini arazide uygulayacak düzeye vardılar; işin amacı da buydu zaten. En nihayetinde deniz seferlerinde yükseklik ölçüp gözlem yaparak rota hesaplayan mühendisler ile denizcilere ihtiyaç vardı.”

Padişahım baş aşağı! - Resim: 2

BAHRİYE İDADİSİ'NİN AÇILIŞI

İdadi, yani lise kısmının açılması ise yine bir ihtiyacın neticesinde gerçekleşiyor. Okul Nazırı Patrona Mustafa Paşa, 1848 yılında bir eğitim raporu hazırlayarak şunları kaydediyor: “Halen mektepte mevcut öğrencilerin çoğu sabi olup, doğru dürüst yazı yazamıyorlar…”

Yani Patrona Mustafa Paşa, bu raporla şunu saptıyor: Sivil idadiden gelen öğrenciler, Bahriye Mektebi müfredatını takip etmekte zorlanıyorlar. Öyleyse 'Kendi öğrencimizi kendimiz yetiştirelim' deniliyor ve 1852 yılında idadi kısmı kuruluyor.

Denilebilir ki; 'Bugün sivil liselerde de çok nitelikli öğrenciler yetişiyor'... Doğrudur fakat buna yanıtı da İngiliz askeri tarihçi Geoffrey Till şöyle veriyor: “Deniz subayları için en uygun yer denizdir. Çünkü ihtiyaç duyulanlar denizcilerdir, kitap kurtları değil!”

Padişahım baş aşağı! - Resim: 3

DENİZCİLİK BİR ÖRF VE ADET MESELESİDİR

Denizcilik; her şeyden önce bir örf ve adet meselesidir. Yaşam burada üç boyutludur ve insanın insanla mücadelesine benzememektedir. En üst düzeyde teknolojinin kullanıldığı harp gemileri, hata kabul etmeyecek bir disiplinin yanında, yüksek mühendislik eğitimi ile kusursuz bir iş paylaşımını gerektirir. Türkiye'de kendisine 500 milyon dolarlık platform teslim edilen başka bir memur yoktur. Öyleyse birbirini iyi tanıyan, denizciliği bir yaşam şekli haline getirmiş, iyi matematik ve fen eğitimi almış, ahlaklı, entelektüel, çağın gelişim ve değişimini takip edebilecek nitelikte subaylar yetiştirmek gayedir. Bunun için de eğitime olabildiğince küçük yaşlarda başlamak gerekir. Şüphesiz ki 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından bazı kaygılarla öğrencilerin tard edilmesi kabul edilebilir, ama askeri liselerin kapatılması sorunu çözmeyecektir. 6’ncı Cumhurbaşkanı ve 3’üncü Deniz Kuvvetleri Komutanı Fahri Korutürk’ün Deniz Harp Okulu'nun temelini atarken söylediği şu sözler, çok anlamlıdır:

“200’üncü yıl. Bu, şüphesiz büyük bir aşama.. Bugünün iki süper devletinden birisinin, ABD’nin birliğini o tarihten üç yıl sonra tamamlamış olduğunu düşünmek bile olayın inceliğini anlatmaya yetiyor. Kaldı ki bu olay Batı'ya açılan pencereden gelen ilk ışıktır. (...) Benim de feyz almış olduğum ve yarım yüzyıl önceki hatıralarını daima muhafaza ettiğim Deniz Harp Okulu ve Deniz Lisesi'nin, devletimizle birlikte payidar olarak, Türk milletine, karakterli, milliyetçi ve çağdaş teknolojiye hakim elemanlar yetiştirme görevini sürdürmesini gönülden diliyorum.”

Padişahım baş aşağı! - Resim: 4

GÖREV DİSİPLİNİ ERKEN YAŞTA KAZANILIR

Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek de vefatından önceki son röportajında Deniz Lisesi'nin önemini Aydınlık'a anlatmıştı. Oramiral Örnek, benzer duyguları paylaşıyordu: “Askerlikte her şey düzenli olmak zorunda. O düzene alışmazsanız bir gün büyük bir felaketle karşılaşabilirsiniz. Lisenin kaldırılmasına bu yüzden çok sinirlendim. Bu duyguların hepsi lisede veriliyor. Bir işi yapıyorsan mutlak suretle düzen içinde olmasına dikkat ediyorsun. Mesela rota çiziyorsun haritanın üzerinde. Kalemin, cetvelin, pergelin hepsi düzenli olacak. Yan yana koyarsın önüne. Ne olacak yani biri orada biri burada dursa falan olmaz. Ondan sonra rotanı çizeceksin. Okulların faydası bu işte. Disiplini kazanırsın ama nasıl kazandığını bilmezsin. Seni şekli disiplin konularında ikaz etmezler. Ama yaptığın işin iyiliği ve kötülüğünde muhakkak suretle ikaz ederler. Bütün okul hayatımız böyle geçti. Onun için liseye ne kadar erken girerseniz, görev disiplini konusunda öğrenci kendini o kadar iyi hazırlar.”

Padişahım baş aşağı! - Resim: 5

EŞİ GÖRÜLMEMİŞ BİR EĞİTİM

Deniz Lisesi'nde yaşadıklarını ömrü boyunca unutamayanların yazdığı pek çok hatırat bulunuyor. Bunlardan en ayrıntılısı belki de Emekli Tümamiral Afif Büyüktuğrul'unkidir. Amiral Büyüktuğrul, Ada Okulu'yla ilgili şunları yazıyor:

“Heybeliada'daki Mekteb-i Bahriye-i Şahane'ye 1918 yılında en son bizim sınıf girmişti. Mütarekeden ötürü, ta Cumhuriyet dönemine kadar da başka öğrenci alınmamıştı. Biz bu okula 1 Eylül 1918 günü Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın başkanlık ettiği büyük bir törenle girdik. Okulda yapılan törenden sonra bir de dini bir tören düzenlendi. Namzet Okulu'nun kapısından girdik ve okumaya başladık. Okul müdürleri Batılı hayata uygun nitelikte deniz subayı yetiştirmekle çalışmaya başladılar. Onlara göre sadece savunma hizmetlerinde başarılı olacak subay yetiştirmek yeterli olamazdı. Mademki savaş gemisi yabancı sularda da sancak gösteriyor ve ulusu temsil edecek temaslarda bulunuyor, o halde deniz subayı da çok yüksek bir genel kültür içinde yetiştirilmeli idi.

Müdürler istediği için Bahriye Nazırı, birinci sınıf edebiyatçıları (aralarında Yahya Kemal Beyatlı ve Hamdullah Suphi Tanrıöver vardı), değerli müzisyenleri (aralarında Sinaniyan da vardı), tanınmış sporcuları (aralarında Ali Sami Yen ve aslan avcısı Sait de vardı), en kudretli sanat tarihçilerini (aralarında Ali Sami Boyar da vardı) okulda toplamıştı.

Okula değerli oda müzisyenlerinden üç kişi getirtilmişti. Bunlar yemeklerde klasik müzik çalıyor, haftada bir gün de izahlı müzik konseri veriyorlardı. Ayrıca Müzik Okulu'nun elli altmış kişilik bando, orkestra ve keman grubu da aynı görevleri yapıyorlardı.

Okulda çok büyük bir spor faaliyeti de vardı. Cemal Paşa Almanya'dan her öğrenciye birer tenis raketi, birer paten, sayısız spor malzemesi getirtmişti. Yat Kulübü'nün bütün kotra ve futalarına el konulmuştu. Her öğrenciye birer takım deniz sporu, birer takım da öbür sporlar için elbise yaptırılmıştı.

Din eğitimini bile Batılı hava içinde yapıyorduk. Öğretmenimiz Aksekili Ahmet Hamdi (Cumhuriyetin 2. Diyanet İşleri Başkanı) din dersleri verip bizi namaza götürüyordu. Ama oyun zamanında bizimle çocuk oyunları oynuyor, spor zamanında patenle kayıyor, tenis oynuyor, mayosunu giyip bizimle denize giriyordu. Onun kudretli ve inandırıcı konuşmalarıyla din ve Allah'a daha iyi yaklaşmış; din ve devlet işlerini birbirinden ayırmayı bilmiştik.”

YABANCI DONANMALAR

“Bu yöntemli çalışmanın ruhunu kavrayamayanlar bu yeni eğitim düzenini eleştirmişlerdi. Halbuki eğitim, lüks için değil, uluslararası deniz eğitimine gerekli yöntemler uygulanarak yapılmakta idi.

Nitekim 1930 yılında İtalyan Donanması'na staja, 1950 yılında da Malta adasına denizaltı gemilerini onartmaya gittiğim zaman bu devletin denizcilerini de aynı çaba içinde bulmuştum. İtalyan savaş gemilerinde yemekler bir ziyafet sofrası gibi hazırlanıyor, denizcilere fraklı, smokinli garsonlar hizmet ediyorlardı. İngilizler daha da ileri gitmişlerdi. Gemiler, parası devletten olmak üzere birbirine aperatif partileri veriyor ve subaylar akşam yemeği sofrasına resmi smokinlerle oturuyorlardı.

Bunun nedenini gemi ikinci komutanına sorduğum zaman aldığım cevap ilgi çekici oldu: 'Savaş gemisi, devletin en kudretli temsil aracıdır. Siz, yabancı devlete gemi yollamazsanız yabancı devletler size yollar. Bir milletin sosyal ve kültür düzeyi savaş gemileri personelinin tutumlarından anlaşılır. Bundan ötürü deniz subaylarını bu düzeye hazırlamak bir zorunluktur. Görmüyor musunuz, yabancı bir limana inmeden önce, subayları nasıl konuşmaları gerektiğine hazırlıyor; onlara o limanın tarihi, kültürü, ticareti hakkında bilgi veriyor ve hangi konuları ne şekilde konuşacaklarına ilişkin öğütler veriyoruz...'

Müdürler, durumu bu şekilde düşünmüş olmalılar ki; yetişme programını da bu esaslara bağlamışlardı.”

Padişahım baş aşağı! - Resim: 6

MÜTAREKE YILLARI

“Bütün bu güzel hazırlıklar bir anda kayboldu. Bir sabah gözümüzü açtık ki mütareke olmuş. Galip devletlerin donanmaları toplu halde İstanbul'a gelecekmiş... Daha onların gelmesine vakit kalmadan donanmamızın bütün gemileri Haliç'e bağlanmış, mürettebat topluca terhis edilmiş, kömürleri ve cephaneleri boşaltılmış, top namlularıyla nişangâhları körletilmiş ve topların kamalarıyla kazanların kapakları götürülmüştü. Ada bir gece içinde Yunan bayraklarından geçilmez olmuştu. Parmaklıklara üşüşen ve yüzlerce sandalı dolduran Yunan taraflısı Rum vatandaşlar, hemen bize hakarete başlamışlardı. Özellikle Yunan savaş gemileri geçtiği zaman Boğaz'ın Rumeli kıyıları Rum vatandaşları ile doluyor ve taşkınlıklar en kuvvetli derecesine ulaşıyordu. Türklerin kafasından fesler kapılıyor, yerlerde çiğneniyor, sesini çıkaranlar dövülüyordu. İstanbul'un fiili olarak işgal edilmesi ve İzmir'in elimizden çıkması her iki tarafı da kamçılamıştı. Artık okul önüne gelen Yunan savaş gemileri saç hedeflerini ta okulun önüne atıyor ve talim atışlarını böyle yapıyorlardı. İngiliz zırhlıları da okuldan Anadolu'ya silah kaçırılmaması için akşamdan sabahlara kadar binaları ışıldak aramasına tabi tutuyorlardı.

Dikkate değer olan taraf, subaylarımızın ve öğretmenlerimizin böyle ağır durumda bile eğitimi aksatmamaları ve yurtseverlik duygularımızı kuvvetlendirmeleri idi. Bir taraftan çok ciddi şekilde eğitime devam ederken, diğer taraftan da 'düşmanla bir oldu' diye padişaha kızıyorduk. Bu konuda ruhlarımız o kadar birleşmişti ki, bir araya gelmeden ve toplu bir danışma yapmadan, bir anda akşam selamını değiştirmiştik. O zamana kadar borazanın verdiği 'Tİ' işaretiyle 'Padişahım çok yaşa!' diye bağırırken, artık, 'Padişahım başaşağı!' diye bağırıyorduk.”