‘Pamuk’ gibi intihal
Biliyorsunuz, Elif Şafak’ın Bit Palas adlı romanının Mine Kırıkkanat’ın Sinek Sarayı romanından % 5’lik intihal (aşırma) tespiti gerekçesiyle yazar ile yayınevinin maddi, manevi tazminat ödemesine karar verildi. Romanın 60. sayfadan öteye kurgusu, mekânı, bazı karakterleri, yazım üslûbunun Kırıkkanat'ın romanından intihal edildiği kaydedildi.
‘ELİF ŞAFAK İLE ORHAN PAMUK’UN TÜM KİTAPLARINI İNCELİYORUZ!’
Ardından içlerinde Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Murathan Mungan gibi popüler yazarların olduğu 130 yazar; panikle Elif Şafak’a destek verdiler. Heyeti, edebiyatın temel değerlerine sadık kalmaya davet ettiler. Akabinde heyette yer alan Ahmet Yıldız; “Elif Şafak ile Orhan Pamuk’un tüm kitaplarını inceliyoruz!” ifadesiyle bu davaların bitmeyeceğinin mesajını verdi. Bu karardan alınan güçle, Mine Kırıkkanat gibi başka yazarlar da arka arkaya dava açarsa intihal zinciri, çorap söküğü gibi devam eder. Dolayısıyla “çok satanlar”ın iyi yazarlar oldukları algısı yerle bir olur. Bildik romanlarla yazarın, yayınevinin prestiji sarsılır. Bu, bir anlamda kitap piyasasının kurduğu sistemin bir ayağının çökmesi demektir.
Gelelim Orhan Pamuk’a! Oğuz Demiralp; Orhan Bey ve Kitapları incelemesinde; Cevdet Bey ve Oğulları’nın Thomas Mann’in Buddenbrook Ailesi’yle, Kara Kitap’ın Anne Marie Schimmel’in Nur Diyarı’yla, Yeni Hayat’ın J. G. Ballard’ın Çarpışma romanıyla, Kar’ın Dostoyevski’nin Ecinniler’iyle, Benim Adım Kırmızı’nın başta Umberto Eco’nun Gülün Adı olmak üzere birçok kitapla şaşılacak (!) benzerliklerini tek tek sıralar. Beyaz Kale romanıyla başlayan bu silsile, Pamuk’un her yeni romanında gündeme gelir. Meseleyi yasal boyuta taşıyan olmaz! Pamuk, bu konuda akıllıca davranmış! Dava edecek kimse yok. Hepsi şu anda ölü! Ama 2016’dan önce Umberto Eco yaşamaktadır.
2013’te Boğaziçi Üniversitesi’nde Eco ile Pamuk’un katıldığı bir söyleşi gerçekleşir. Pamuk söyleşinin sonunda Eco’ya;“Sizden çok şey öğrendim, siz çok önemli bir yazarsınız.” anlamında cümleler kurar. Eco’nun karşılığı manidardır; “Senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim Orhan. Çünkü o zaman intihal yapmış olurum.”
‘EDEBİYATTA SÖYLENMEMİŞ SÖZ YOKTUR!’ DERLER
Bu yaklaşım bir yere kadar doğrudur. Kutsal kitaplardaki hikâyeler, arkaik metinler, Homeros, Doğu ya da Batı klasik metinleri; kendilerinden sonra gelen edebiyat metinlerine kaynaklık ederler. Avrupa Edebiyatı’nda yazarlar uluslarının temel yazarlarını, eserlerini yaşatmak; ulusal edebiyat çizgisini devam ettirmek için kendi metinlerinde yaşatmışlardır. Hatta Avrupa Edebiyatı’nın Doğu metinlerinden yararlandığı da görülür. Daniel Defoe, Robinson Crouse romanını, İbn-i Tufeyli’nin Hay Bin Yakzan romanından ilhamla yazdığını söyler. Michel Tournier de Robinson’dan “Cuma ya da Pasifik Arafı” metnini türetmiştir. Don Kişot, Shakespeare güzellemelerine her gün bir yenisi eklenir. Oğuz Atay’ın da “Tutunamayanlar” romanında metinlerarası ilişkilerden yararlandığı görülür. Örnekler çoğaltılabilir. Edebiyatta mertlik bozulsa da bu yaklaşım, postmodern roman koşullarında doğal karşılanır.
Ayrıca, bir romanın apartmanda geçiyor olması onun Emile Zola’nın Apartman adlı romanından ya da Memduh Şevket Esendal’ın Ayaşlı ve Kiracıları romanından çalıntı olduğunu göstermez. Mine Kırıkkanat bir apartman mekânında, farklı şahsiyetlerle yeni bir kurgu yaratmıştır.
Postmodern romanda görülen metinlerarasılık; en basit tanımıyla roman, öykü gibi kurmaca türlerde yer alan romanlarla geçmişte var olmuş başka romanlar arasında, çeşitli tekniklerle kurulan ilişkileri anlatır. Alıntı, epigraf, atıf, anıştırma, parodi, pastiş; bu teknikler arasındadır. Yazarlar romanlarında, bu tekniklerden birini ya da isterse birkaçını kullanarak belirtmek zorundadır. Davanın açılması bu sınırların aşıldığını gösterir.
SORUN ‘EDEP’TE!
Hem Orhan Pamuk’un hem de Elif Şafak’ın romanlarında bir biçimde kaynak görülmemektedir. Ama “kolaj” adı altında yeni bir teknik (!) göze çarpmaktadır! % 5’lik gibi az bir oranda olsa da edebiyatta böyle bir teknik henüz kabul edilmedi! Okuyucu, “biricik” olma özelliğini yitirmiş böyle bir metni beğenerek okuyabilir. Bunda hiçbir sorun yoktur. Sorun “edep”te, yani ahlâk boyutundadır. Heyeti edebiyatın temel değerlerine sadık kalmaya davet edenler, edebiyatın “edep” ten geldiğini atlamış olabilirler mi?
Üstelik Elif Şafak ile intihal konusu ilk defa önümüze gelmiyor. Booker Ödülü’nden de aynı gerekçeyle adaylıktan çıkarıldığı iddia edildi. Yıllar önce, Ahmet Taner Kışlalı, politik süreci çok önceden görerek Şafak’ın romanlarını didik ederek önümüze koydu. Şimdi yaşamıyor! Nedense (!) hiç dikkate alınmadı!
Özellikle Orhan Pamuk romanlarıyla yukarıda belirttiğim kardeş romanların aralarındaki ilişkilerini inceleyen tezleri de göz ardı etmemek gerekir. “Umberto Eco’nun Gülün Adı Romanı ile Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Romanlarına Mukayeseli Bir Bakış Denemesi” yaparken, farlılıklardan çok benzerliklerin olması, konu bilimsel bir boyuta taşınırken vicdanları rahatsız etmiyor mu? Sistem, bir kişiyi öne çıkartmaya görsün; dönemin politikasını desteklemek için teziyle, dergisiyle, gazetesiyle, televizyonuyla, ödülüyle türlü cambazlıklarla gözümüze sokmakta… Taylan Kara boşuna söylemedi; “Edebiyatla ahmaklaştırdılar, felsefeyle çökerttiler” diye…
Bazı eleştirmenler, Türk edebiyatçılarının okumadan yazdığını söylerler. Sevinelim, bizimkiler harıl harıl okuyorlar! İntihallere de hak da verelim! 80’den sonra ABD tarafından ihtiyaç dahilinde hızlıca piyasaya sürüldüler. Fason üretimde defo olur!