28 Eylül 2024 Cumartesi
İstanbul 27°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Papa ve kapitalizm

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Yazıya, 18 Mart 2013 günü yayınlanan "Yeni Papa Vesilesiyle" başlıklı yazımdan bir bölüm aktararak başlayacağım:

***

[Yeni papa Jorge Mario Bergoglio'nun (17.12.1936, Buenos Aires, Arjantin) papalık adını Assisli Aziz Francesco'dan (Saint François d'Assisi, 1181 ve 1182 – 3 Ekim 1226) alması çok ilginç. Din adamı olarak cizvit tarikatı içinde yetişmiş ve kendi yolu olan Fransisken tarikatını kurmuş. Cizvitlik ve Fransiskenlik yeni papanın kimliği için iki gösterge. Cizvitlik bir erkekler tarikatı. Aynı zamanda "dalaverecilik" ve "iki yüzlülük" anlamına da geliyor. Fransiskenliğe gelince kısacası "yoksulculuk": Yoksulca yaşamak. Bir tarikat adamının yoksulca yaşaması başka yoksullardan yana olması başka. Çünkü dinî yapıların tamamı, din adamlarının büyük bir çoğunluğu her zaman zenginlik ve iktidardan yana olmuştur.

Yeni papaya adını veren Assisli (Aziz) Francesco hidayete ermiş, beline bir ip bağlayarak yoksullar gibi giyinmeye başlamış ve artık neşe, umut ve bütün canlılara karşı sevgi mesajları tebliğ etmeye başlamış.

Sezar'ın hakkı Sezar'a

Perşembe günü yabancı televizyon kanallarına baktım. Sadece İtalya'nın RAI'si San Pietro Meydanı'ndan naklen yayın yapıyordu. Bizimkilere baktım: Epeycesi RAI gibi yayın yapıyordu. Memlekette ne çok Papalık ve Hıristiyanlık uzmanı varmış, şaşırıp kaldım. Dedikoduları, komploları, çevrilen fesatları bile biliyorlar.

Benim bu işle ilgilenmeme gelince: Aslında bir elektirik teknisyeni olan Papa Francesco'nun (François, Francis) Güney Amerikalı olması, adının "Yoksuldaşa"a çıkması. Yoksa hiçbir din adamına bağlı eşeğimi bile güvenmem. Tabii, Güney Amerika'nın "Kurtuluş Teolojisi" akımı içinde yer alanlar hariç. Kurtuluş Teolojisi için proleter, işçi sınıfı gibi klasik sınıflandırmalar yok, sadece fakirler (yoksullar) var. Yani "fakiretarya" (pobretariado, yoksulatarya). Yoksulların haklarını savunan, yoksulluğun ortadan kalkması için çalışan Katolik din adamları, Güney Amerika'da, "Dinimiz sömürüye karşıdır, dinimiz aslında yoksulluğa karşıdır" türünden maval okumazlar; İncil'i ceplerine koyup sol partilere, sol sendikalara, sol örgütlere giderler ve hatta sol gerillalara katılırlar.

Güney Amerika'da iktidara gelen sol hareketler Kuba'dan olduğu kadar Kurtuluş Teolojisi'nin "fakiretaryacı" politikalarından etkilenmiştir.

Yoksulların, işsizlerin, yarı-işsizlerin, mevsimlik işçilerin, seyyar satıcıların, bütün dışlanmışların ve fahişelerin "Fakiretarya"sı evrensel kapitalizmin, yerli muhafazakar sermayenin sadaka ekonomisini elinin tersiyle iter ve kendi kaderine sahip çıkar. Artık yoksullar zenginlerin verdiği sadakalarla, onların inayetiyle (fitre ve zekâtlarıyla) yaşamamalı; "fakiratarya" kendi kültürünü yaratmalı, kendi kurtuluş mücadelesine girmelidir.

1973 yılında, Brezilya'nın orta-batı bölgesinde görevli piskoposlar ve önde gelen rahipler bir bildiri yayınlamışlardı. Belge şu cümle ile bitmekteydi:

"Kapitalizm aşılmalıdır. En büyük kötülük, birikmiş günah ve çürümüş kök, o, verdiği her meyveyi (sefalet, açlık, hastalık ve ölüm) çok iyi bildiğimiz bir ağaçtır. Kapitalizmin aşılması için üretim araçları (fabrikalar, toprak, ticaret ve bankalar) üzerindeki özel mülkiyet kaldırılmalıdır."]

***

Papa Francesco makamına oturduktan sonra yaptığı konuşmalarla dünya üzerindeki yoksulluğu sık sık dile getirdi ve kapitalizmi neredeyse her konuşmasında eleştirdi. Bazı büyükelçileri kabul ederken yaptığı konuşmada (Le Figaro, 16.5.2013), bedelini "yoksulların" ödediği "yeni bir görünmez tiranlık" yaratan "para fetişizmi"ni ve "kimliksiz ekonominin diktatoryası"nı mahkum etmiş.

Papa hazretleri söz konusu kabul töreninde "Para insanlığa hizmet etmeli, egemenlik kurmamalı", "Korku ve umut kırıklığı zengin ülkelerde de insanların yüreğini ele geçiriyor", demiş.

Papa bu patalojik durumun nedeni "Yeni bir tanrıya dönüşen para ile ilişkimize bağlıyor. Bu hastalık, insanı kullanıldıktan sonra atılan bir tüketim malına dönüştürüyor.

Papanın suçladıkları arasında "Devletlerin denetleme hakkını kabul etmeyen pazarların özerkliği ve finansın spekülasyon ideolojileri"ni sayıyor. Papaya göre, bu ideolojiler, ülkeleri kendi gerçek ekonomilerinden ve vatandaşları gerçek satınalma gücünden uzaklaştıran borçlandırmayı ve krediyi destekleyen "tiranlık"ın kök salmasını sağlıyor. Aynı zamanda yozlaşmayı ve "egoist para taşkınlığına ve yolsuzluklar"a yol açıyor.

Bir sosyalist ekonomist gibi konuşan Papa Hazretleri, 26 Kasım 2013 Salı günü 84 sayfalık bir Papalık Çağrısı yayınlamış (Le Point, 26.11.2013). Çağrıda, Papalık makamına gelmesinden bu yana yaptığı konuşmalarda yer alan düşünceleri bulunmakta.

Papa, göreve geldiğinden bu yana gösterdiği tepkilere bakacak olursak, Güney Amerika'da din adamları tarafında ortaya atılan Kurtuluş Teolojisi'nin izlerini taşıyor. Sözünü ettiğim Çağrı'da, Katolik Kilisesi'nin yenileşmesini savunuyor ve dünyanın büyük devletlerinin liderlerini yoksulluğa ve "görünmeyen yeni tiranlık" olarak tanımladığı finans kapitalin yarattığı yoksulluk ve eşitsizliklere karşı mücadele etmeye çağırıyor.

Papa Francesco'nun bu davetine kuşkusuz hiçbir lider kulak asmayacak.

***

Sadece Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamlık değil, bunlardan önceki Anadolu, Mezopotamya, Mısır, Antik Yunan ve Roma dinleri de yoksulları laf olsun diye savunurlar. Bütün dinler siyasal ve ekonomik iktidarların hizmetindedir. Dinler eğer barış, özgürlük, eşitlik sağlamaya, yoksulluk ve sömürüyü ortadan kaldırmaya muktedir olsalardı, 2013 yılında hâlâ bu musibetlerle uğraşmak zorunda kalmazdık. Dinsel ilkeler ve metinlerde yer alan birkaç "yoksullara merhamet" buyruğunun da kökünü din adamları kazımazdı.

Hıristiyanlıkta, Kurtuluş Teolojisi örneğinde olduğu gibi, tarih boyunca zaman zaman halkın ve yoksulların yanında yer alan din adamları görülür.

Bu kadar gevezeliği şu soruyu sormak için yaptım: Bizde ve son zamanlara, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Eren Erdem ve İhsan Eliaçık dışında yoksulları ve ezilenleri siyasal ve ekonomik iktidarın zulmüne karşı savunan bir Müslüman din adamının çıktığı görülmüş müdür? Onların da amacı İslam'ı aklamak. Ama sorun başka yerde.

Dünyada "Hıristiyanlık Sonrası" çağı çoktan başladı. Doğu'nun kurtuluşu "İslam Sonrası"nda!