22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Paranın ağına takılan futbol dünyası

Yaşar Arslan

Yaşar Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

Sayın Aydınlık okurları ve sayın sporsever kardeşlerim... Sporla yakından ilgili olan kardeşlerimiz muhakkak bilir. Güzel Türkiyemizin uzun yıllar boyunca Avrupa genelinde ve hatta dünya çapında başarıdan başarıya koşan, birçok ülkeye kök söktüren bir milli spor dalı vardı: Güreş.

Daha sonraları ise başka bir spor dalı öne çıktı. İngiltere'de başlayan, birçok ülkeyi büyüleyerek Avrupa'ya ve dünyaya yayılan bir oyun. 11'erden 22 kişi ile oynanan futbol, ülkemizde de en çok sevilen branş haline gelmişti.

PARA DEĞİL BAŞARI ÖN PLANDAYDI

Mahallelerde kurulan takımların inancı ve hedefi karşı mahalleyi yenmekti... Gazozuna ya da bazen bir tepsi baklavasına. Para da versen bir mahalleden diğer mahallenin takımına geçmek düşünülemezdi bile.

O takımlar yavaş yavaş kulüp haline geldi, başarı halen tek hedefti ancak “paralı” başkanlar da işin içine girince futbolun ülkemizdeki seyri değişti. Bundan sonrasını uzun uzadıya yazmak, anlatmaya çalışmak benim için bir hayli zor ve üzücü. Kulüplerinin şampiyon olmasını arzu eden para babaları çoğu zaman dereyi görmeden paçayı sıvamaya kalkıp başarısız olsa da taraftarların aidiyeti sayesinde bir şekilde bu günlere geldi futbol kulüplerimiz.

Yeri gelmişken, eklemeliyim. Kulüp başkanlarının içinde elbette futbol takımının asaleti için mücadele verip bu bilinçle hareket edenler de vardı. Sadece İstanbul'da değil Anadolu'da da parayı değil sağlam bir yapı kurmayı düşünen başkanları da gördü kulüp futbolumuz.

‘GENÇLERİMİZİ BU GÜNLER İÇİN GÜÇ YARINLAR İÇİN UMUT OLARAK GÖRMEK’

Tırnak işareti içerisine aldığım bu cümle Gençlik ve Spor Bakanımız Mehmet Muharrem Kasapoğlu'na ait. Şöyle devam ediyor Kasapoğlu: “Bu çerçeve içerisinde Türkiyemizin ve dünyanın ihtiyacı nitelikli insan kaynağı için çalışmanın her birimiz için önemli bir vazife olduğunu düşünüyorum.”

Sayın Bakanımıza sevinçle katılıyorum. Ancak biz uzun senelerdir altyapıda yetiştirdiğimiz genç futbolcularımızın bonservislerini maalesef yurt dışına, Avrupa kulüplerine satarak kulüp futbolunun ekonomisini yürütmek zorunda kalıyoruz. Neden? Genç futbolcularımızı Türkiye'de tutarak gelişimlerini sağlamanın yollarını aramamız gerekiyor.

BİRAZ NOSTALJİ...

Gelin isterseniz futbolun bugününü ve futbola hakim olan parayı unutalım, biraz nostalji yapalım. 1992 yılındaki Avrupa Futbol Şampiyonası'nı göz önüne getirirsek... Yugoslavya'nın harp nedeni ile şampiyonaya katılamayışı... Yedekte bekleyen Danimarka çağrılmıştı şampiyonaya. Danimarka Milli Futbol Takımı'nın turnuvaya hazırlanması ise hiç kolay olmamıştı. Çalıştıkları bankalardan ve fabrikalardan izin alan oyuncuları vardı. Birçok futbolcusu ise iş yerlerini hanımları ya da babalarına teslim ederek şampiyonanın çalışma ve hazırlıklarına başlamışlardı.

Parayı hiç ama hiç düşünmeyen Danimarka millileri, “kendimiz için değil ülkemiz için mücadele edeceğiz” sloganı ile yarı amatör yarı profesyonel halde kadrosunu oluşturdu.  Sonunda, hani bizde eskiden çok kullanılan bir motivasyon sözü vardır “vatan millet Sakarya” şeklinde, buna benzer bir motivasyonla şampiyonaya katılan Danimarka, o yıl Avrupa şampiyonu olmuştu. Uzun süre zafer sarhoşluğu yaşadılar, o şampiyonluğun coşkusu Danimarka'da aylarca devam etti.

MEŞHUR ALMAN ÇALIŞTIRICININ YUNANİSTAN MACERASI

Alman Teknik Direktör Otto Rehhagel,

Yunanistan'ın kendisini haftalarca ve hatta aylarca Yunan Milli Futbol Takımı'nın başında görmek istemesine dayanamayarak, 2001 yılında Yunanistan Milli Takımı'nın görevini kabul etmişti.

Kendisini çok iyi tanıdığım Otto, paraya hiç önem vermediğini ve hatta Yunanistan Futbol Federasyonu'na “Beni iyi tanıyorsunuz, onun için sözleşme tutarını siz değerlendirin.” diyerek imza attığını bana birkaç kez anlatmıştı. Takımı ilk olarak topladığında da bütün milli futbolcuları  ikişer kişi halinde karşı karşıya ayakta bekleterek, onlara, “Karşılıklı olarak gözlerinizin içine bakın, bu işte para söz konusu olmaz. Şayet parayı düşünen biriniz varsa hemen evine gitsin, hiç darılmam.” şeklinde konuştuğunu bana belki on kez anlatmıştı. Ben de ondan epeyce ders almıştım, ne yalan söyleyeyim.

Rehhagel'in Yunanistan Milli Futbol Takımı ile macerası böylece başlamış ve 2004 yılında Yunanistan, Avrupa Şampiyonası kupasını bizim Otto Rehhagel sayesinde evine götürmüştü.

OTTO'NUN BİR MACERASI DAHA...

Otto, 1995 yılında Bayern Münih Futbol Takımı'nı çalıştırırken yönetimden birkaçı işine karışınca yolları ayrılmıştı.1996 yılında ikinci lig takımlarından Kaiserslautern'i çalıştırıp şampiyon yaparak Bundesliga'ya çıkarmıştı. Otto Rehhagel, Kaiserslautern'i Bundesliga'da da şampiyon yapmayı başardı. O zamanın Bayern Münih Başkanı, eski meşhurlardan Beckenbauer Otto'yu tebrik edince, Otto Rehhagel'in cevabı, “Teşekkür ederim ama ikincilik de hiç fena değil.” oldu. İkinci olan takım Bayern Münih, Bayern'in başkanı da kendisini kovan Beckenbauer'di.

Bu satırların üzerine belki bana “Para da muhakkak lazım.” diyeceksiniz ama paradan önce kendi şahsiyetimizin ve ulusumuzun başarısı gelir diye cevaplayayım. Eski milli güreşçilerimiz gibi... Ama nerede o günler sayın sporsever kardeşlerim...

Kalın sağlıcakla...