Paris'ten Moskova'ya modernizmin iki yüzü
'Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda var olur. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flâneur için, tutkulu gözlemci için, ahalinin tam orta yerinde hareketin gel git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir. Evden uzak kalmak ama her yerde evinde hissetmek; dünyanın merkezinde olmak, dünyayı gözlemlemek ama dünyadan saklı kalmak...' Baudelaire
Her şehrin kendine özgü modernleşmesinin yıkımlarını ve yaratılarını, kendi üsluplarıyla betimleyen özgün yazarları vardır. Şehirlerin kaderleri yer yer örtüştüğü ölçüde, farklı coğrafya ve zamana rağmen yazarların eserlerinde dile getirdikleri tanıklıklar birbirlerini çağrıştırır.
1850'lerde Paris'in sokaklarında şiirlerini okumuş Baudelaire'in sesi, 1930'larda Bulgakov'un öykülerinde yankılanır. Bununla birlikte Baudelaire Paris'in modern resmini betimlemek için kendisinden önceki büyük Fransız yazarların şehre dair imge zenginliğinden beslenirken, Bulgakov Moskova'ya dair böyle bir zenginlikten yoksundu. Bulgakov'u diğer modern yazarlardan ayıran en önemli noktalardan biri Moskova'nın trajik modernleşmesidir.
BAUDELAİRE'DEN BULGAKOV'A: MODERNİZMİ DENEYİMLEMEK
Paris'in pasajlarında sergilenen rengarenk, göz kamaştıran nesnelerin insanlar üzerindeki büyüleyici etkisini, ışıltılı bulvarların ihtişamına kapılan kalabalıkların coşkun sürüklenişini lirik bir üslupla betimleyen Baudelaire gibi Bulgakov da kendisini yeni Moskova'nın sokaklarına bırakır.
Her ne kadar Bulgakov canlı, kalabalık pasajları dolaşmaktan keyif alsa da Baudelaire'in lirik havası, Bulgakov'da pek hissedilemez. Şüphesiz bu durum yazarların mizaçlarından çok, iki şehrin modernleşme sancılarının farklı içerikte olmasından kaynaklanmaktadır. Haussmann Paris'in modern bulvarlarını, üretici güçleri ve toplumsal ilişkilerini geliştirme, Fransız toplumunda ve dünyada emtia, para, insan akışını hızlandırma yönünde kararlı, dinamik burjuvazi ve aktif devletin araçlarıyla yaratmıştır. Bolşevikler ise, geri kalmış Moskova'nın modern çehresini, yıkıcı büyük bir savaş ve sonrasındaki kanlı iç savaşın ardından, üstelik maddi ve insani kaynakların tükendiği koşullarda yaratmaya çalışmışlardır. Açlık krizleriyle, enflasyonla, trajik barınma sorunlarının üstesinden gelmek için Bolşevikler NEP (Yeni Ekonomik Programı) diye isimlendirilen, içeride kontrollü kapitalizmin gelişmesini teşvik için çeşitli araçlara başvurdular. Paris'in modern yüzü, muzaffer burjuvazinin kapitalizmi kutsamasıyla yaratılırken; modern Moskova, emperyalizme karşı sosyalist toplumunun ideallerini yasatma kararlılığıyla yaratılmıştır. Bulgakov, Moskova'nın bu yeni yüzünü şaşkın ve meraklı şekilde betimlemektedir, ne var ki dilinde kaybolmayan kasvetli bir hava kendini hissettirir. Bir yazar olarak yaşadığı dönemde savaşlar, iç savaşlar görmüş, taşrada doktorluk yaptığı yıllarda birçok acıyı bizzat deneyimlemiş ve yazarlık hayatı boyunca yoksulluğun insanı ezen ağırlığını omuzlarında taşımak zorunda kalmıştır.
Bununla birlikte Bulgakov'un eserlerinde okurun gözüne çarpan ilk şey, kendisi gibi Ukraynalı Gogol'un hiciv geleneğini ustalıkla yaşatmasıdır. Bulgakov en trajik, en dramatik olayları bile hicivleriyle yaratıcı şekilde, yepyeni bir sahnede sergiler. Gogol'un 'burnunu' Moskova sokaklarında dolaştırır. Bulgakov ironik üslubuna rağmen, şehrin modern akışının içine dalıp kendini bırakamaz ya da bırakmamayı bilinçli tercih eder. "Tanımak zordu Moskova'yı. Moskova ticaret yapıyor" derken Bulgakov göz kamaştırıcı dükkânların, pastanelerin vitrinlerine rağmen belli bir mesafede durmaktadır Moskova'ya karşı. Bulgakov, büyük yıkımların içinde modern yaşamın ritmini yakalamaya çalışan sokaktaki insanı görür, üzülür ancak betimlerken ruhunun derinliklerine giremez. Devrim yapan, tarihin akışını değiştirip dönüştüren sıradan insanla arasına anlamda ahlaki ve politik mesafe koyar. Bu mesafeden dolayı Bulgakov bütün edebi yetkinliğine karşın gerçek anlamda ölümsüz karakterler yaratamaz.
Bu noktada Baudelaire ile Bulgakov arasındaki derin fark kendini gösterir. Baudelaire modernizmin yıkıcı yönlerini yer yer gözden kaçırsa da, modernizmin şiddetli basıncını her an hisseden sokaktaki insanla kurduğu doğrudan bağ kurarak, onunla yekvücut olmak istemiştir. Baudelaire, kalabalık halk kitlesini büyük bir enerji kaynağı kabul eder, kendisini onun çekiminden alamaz. Baudelaire'in coşkun şekilde yeni, tanımadığı modern imgelerin içine dalmasını sağlayan motivasyonu burada aramak gerekir.
Bulgakov aldığı ideolojik tavır nedeniyle, Puşkin'den Dostoyevski'ye kadar Petersburg'un despotik modernleşmesi karşısında 'küçük insanın' var olma savaşını ölümsüz karakterler yaratarak yücelten Rus edebiyatı geleneğinden ayrılır.
SANATÇININ MODERNİZMLE İMTİHANI
Modernleşme, kaçınılmaz yıkımları da beraberinde getirir. Baudelaire, Paris'te bu geçişin tanığıdır. Pasajlarda dolaşmıştır, şimdi ise büyük bulvarların üzerinde kurulan büyük mağazaların önünde bulmuştur kendisini. Yıkılan, kaybolmaya başlayan pasajların, işçi mahallelerinin hüzünlü imgesi şiirlerine melankolik bir hava verir. Zarif bulvarları aydınlatan ışıkları, bu yıkıntıları da aydınlatmak için kullanır ve bu parlak ışıkların bedelini ödeyen insanların karanlık hayatlarını ortaya çıkarmaya çalışır.
Moskova'da gerçekleşen yıkımın içeriği ve biçimi bambaşkadır. Devrim sonrasının en önemli sorunlarının başında konut, barınma sorunu gelmektedir. Otellerin, malikanelerin, apartmanların devletleştirilip işçi evleri haline getirilmesi konut yetersizliğini çözmez. Küçücük odalarda iki ailelerin kaldığı, oturma izinlerinin çok güç koşullarda alındığı, insanların evlerinden her an çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu bir dönemdir. Bulgakov, modern Moskova'nın imgesi olarak gökdelenleri düşlüyordu. Modernizmin serüvenine tanıklık eden yazarlardan kimi trenleri, demiryollarını, sanayileşmeyi kimi ise sanattaki, eğitimdeki, sağlıktaki gelişmelerden esinlenerek kendi modernizm imgelerini yaratmışlardır. Bulgakov'un modernizm imgesi ise gökdelenlerdir. Gökdelenlerle birlikte Moskova'nın gerçek anlamda modern bir yüze kavuşacağına inanmıştır. Bulgakov, gökdelenler sayesinde konut sorunun çözüleceğini düşünmüştü.
Bugün Batı'nın büyük şehirlerinde gökdelenler yükselmektedir ancak konut sorunu çözülmüş değildir. Gökdelenlerin işgal ettiği kapitalist şehirlerde konut sorunu bütün acımasızlığıyla devam etmekte, toplumsal muhalefet hareketleri önemli ölçüde bu zeminden yükselerek kapitalizmin eşitsizliklerine itirazlarını dile getirmektedir. Bulgakov'un ideolojisi, konut sorununu tarihsel bağlamından koparmasına, kapitalizmin mekanda eşitsizlikler yaratarak insanları sınıfsal olduğu kadar mekânsal olarak da bölen dinamiklerini anlayamamasına neden olmuştur. Dünyayı sarsan bu devrimin içinde Bulgakov, yüzü Batı'ya dönük, liberal demokrat olarak kaldı.
Bulgakov sıradan insanın 'Yeraltından' çıkıp modern şehirlerin bulvarlarında politik kahramana dönüşmesindeki inancı ve umudun yaratıcı gücünü anlayamadığı gibi, sıradan insanın bu süreçte ödediği trajik bedeli de yüreğinde gerçekten hissedemedi. Moskova'nın modernleşen yüzüne baktığında Bulgakov, devlet eliyle canlandırılmış, "her yerde küstahlık eden NEP tüccarlarının" neden olduğu "çarpık" modernleşmeyi gördü. Batı'nın modernleşme sürecini belli ölçüde idealize etti, kapitalizmin dayattığı modernleşmenin Batı'daki insanlara ödettiği bedeli tam anlamıyla göremedi. Bu nedenle Bulgakov, devrimci Moskova'nın farklı yollardan ilerleyerek modernleşmesindeki yeni imkan ve yeni özgürlük alanlarını da gözden kaçırdı.
Bohem şair, Paris'in barikatlarında yer alarak, kapitalizme karşı aşağıdan, kendi modernleşme hayalleri için mücadele eden Parisli işçilerin coşkun sesi olmuştu. Bulgakov'un eserlerindeyse, bütün emperyalist dünyaya karşı yeni bir modern dünya kurmaya çabalayan Moskovalı işçi ve köylülerin kahramanlıkları fısıltıyla duyulur.