Parklara ucube gökdelenler!
Yılbaşının ilk günü. Sabah geç kalktık. Her yer tatil. Münih'ten bizi ziyarete gelen dostlarımızla öğleye doğru güzel bir kahvaltı ettik, sonra da Viyana’dan her yıl doksan iki ülkeye canlı yayınlanan, elli milyon müzikseverin izlediği, ünlü orkestra şefi Riccardo Muti yönetimindeki Viyana Filarmoni Orkestrası'nın yılbaşı konserini dinledik. Viyana bu yıl vals kralı oğul Johann Strauss’un 200. doğum gününü kutlayacak.
İki buçuk saat boyunca valslarla, hızlı galop tempolu polkalarla coştuk, Güzel Mavi Tuna valsıyla köpüklü şarap yudumladık, baba Johann Strauss’un Radetzky Marşı‘na alkışlarla katıldık. Ve iki buçuk saat süren canlı yayının ardından büyük kent parkında hava almaya çıktık. Kulağımızda Viyana müziği, keyfimiz yerinde, soğuk, fakat güneşli bir günde yeşillerin ortasındaki küçük göllerin çevresinde yürümek uzun gecenin ardından çok iyi geldi.
Alman insanının doğaya, yeşile olan sevgisi sonsuzdur. Ülkenin her eyaletinde düzenlenen "bahçecilik sergileri"yle kentlere, kasabalara yeni parklar, daha çok yeşil alanlar kazandırılıyor. Stuttgart'ın merkezinde yürüyüşler yapılan 10 km. uzunluğundaki bu park da son 40 yılda uygulanan çeşitli projelerle gerçekleştirildi. Mimarlar, plancılar, doğaseverler, uzman bahçıvanlarla yerel politikacılar bir araya geldi mi ve hepsi de iyi niyetli oldu mu, mükemmel ve kalıcı bir şey çıkıyor ortaya.
GEÇMİŞTE KALAN DÜŞ
Doğup büyüdüğüm, gençlik yıllarımı geçirdiğim ‘dev kent’te ise çocukların koşuşturup oyunlar oynadığı, annelerin bebek arabalarıyla gezindiği, tarihi ağaçların altında oturan yaşlıların sohbet ettiği, sevgililerin el ele dolaştığı tek bir büyük park gösteremem! Bu benim için sadece arşivlerdeki eski fotoğraflarda yaşanan, artık geçmişte kalmış, insana hüzünle iç çektirten hiç gerçekleşmeyecek bir düş!
Türk insanı doğayı, yeşili sever, köyünde kaldığı sürece. Aynı insan büyük kente geldi mi, yeşil sevgisi kısa sürede ‘beton sevgisi’ne dönüşüverir. 1950’li yıllarda bir ‘başbakan’ın başlattığı "yeşilin yerine asfalt ve beton misyonu"nu taşradan gelen, kendini “ben bu kente aşığım” diye tanımlayan halefleri hep sürdürdü. Neredeyse yan yana dikilen "ucube" gökdelenlerin, açılan yolların, altgeçitlerin, tünellerin, kavşakların sonu bir türlü gelmiyor. 1994 yılında dev kentte sadece 4 gökdelen vardı. ‘Tower‘ furyasını son 25 yıldır ülkeyi yönetenler başlattı! Depremi bekleyen bu güzel kentte bugün yüksekliği 100 metrenin üzerinde olan bina sayısı 300‘ü geçmiş! İnanılmaz!
PARKLARA OTELLER, GÖKDELENLER
Dünya kentlerinin yeşil alan performanslarını araştıran World Cities Culture'ın verilerine göre İstanbul’da kişi başına %2.2 oranında bir yeşil alan (6 metrekare) düşüyor, ancak sağlıklı bir yaşam için bunun en az 10 metrekare olması gerekiyor! Avrupa'nın büyük kentlerinde her insan 20 ile 45 metrekare arasında değişen yeşil alandan tek başına yararlanıyor. Örneğin Viyana'da kişi başına düşen yeşil alan 25 metrekare. Kahramanlar Alanı'yla Burg Tiyatrosu arasındaki Volksgarten'de dinlenirken, belediye parkındaki güzel Johann Restaurant’ın terasına oturup tarihi salondan gelen kulağa hoş piyano müziğini dinlerken hep doğduğum kenti gözümün önüne getirir, parklarını, Belediye Gazinosu'nu, onun deniz manzaralı bahçe lokantasını düşünmeden edemem! 1940-1970 yılları arasında büyük salonunda düzenlenen konserler, balolar, müzikli akşam yemekleri ve varyeteleriyle kentin sanat ve eğlence yaşamında önemli bir rolü olmuş bu nefis yapıyı günün birinde yıkıp yerine gökdelen bir otel kondurmuşları!
Daha önce de büyük park alanının ortasına bir Amerikan şirketinin dev oteline 1950’li yılların başbakanı izin vermişti. Bir zamanlar kentliler gezinsin diye Lütfi Kırdar’ın yaptırttığı ve 1943’de açılan 30 hektar büyüklüğündeki 2 nolu gezi-park alanında bugün tümü de lüksün lüksü tam altı büyük otel yükseliyor!
18 milyonluk kentin kültürsever insanları 13 yıl boyunca kültür merkezsiz bırakılırken yeşil bir tepeye çabucak altı minareli, deniz manzaralı dev bir cami oturttular. Nedense kentsel yerleşimin dışına 100 milyon dolara yapılan camide aynı anda 63 bin kişi bir arada namaz kılabiliyormuş. Bayramlarda bile boş kalan camiin kubbesi, mimarı Hacı Mehmet Güner’in belirttiğine göre, “Ecdadın yaptığından da geniş”. Doğal sit alanın ortasındaki Türkiye’nin bu en büyük camisinin minareleri Mimar Sinan’ın güzelin güzeli, ustalık eseri Selimiye camisinin minarelerinden tam 36 metre daha yüksek. Onlar 107 metrelik ‘gökdelenler’. Karşı kıyıdaki dizi dizi ‘gökdelen kardeşleri’ne bakıyor!
ARAÇ TRAFİĞİNDE BOĞULAN İNSANLAR
AVM'ler, camiler, otoyollar... Yeşil alanlar hızla azalırken betondan ucubeler aynı hızla arttı. Çocukluğumuzun, gençliğimizin deniz manzaralı yamaçlarını korular kaplardı, erguvanlar açardı. Şimdi ise o yamaçların çoğunu bir takım zengin siteleri silme örtüyor. 1910'lu yıllarda bu anakentte sadece üç yıl belediye başkanlığı görevinde bulunan Cemil Topuzlu, insanlarına bir tiyatro ve konservatuvar kazandırmaktan öteye, anayolları ağaçlandırmış, saray bahçesini halka açmış, çeşitli semtlere de parklar yapmıştı. Onun "halefleri" ise tam tersini gerçekleştirdi!
Ağaçların kent hava kirliliğinin yüzde 50'sini temizlediğini, araç trafiğinde boğulan anakentte belediye başkanlığı yapmış olanlar acaba bilmiyor muydu? ABD John Hopkins Üniversitesi'nde bilim adamları hava kirliliğinin meydana getirdiği mikro zerreciklerin büyük kentlerde ölüm oranının artmasına neden olduğunu çok yıllar önce saptamıştı. Her gün dev anakentin yollarını aşındıran 4,5 milyon aracın oluşturduğu kuyruklar dev bir ahtapotun öldürücü kolları gibi. Hava kirliliğinin insan yaşamını kısalttığını bugün artık ilkokul çocuğu da biliyor.
‘Dev kent’ İstanbul çoktandır alarm veriyor. Büyüdükçe, betonlaştıkça kuruyan tarihi ağaçların, küçülen parkların yerinde gökdelenler peş peşe fışkırıyor. Çevresi ormanlara kaplı, Karaormanlar’ın kuzeyine, Neckar ırmağının kıyısına kurulmuş altı yüz bin nüfuslu Stuttgart'a gelince... Kentin merkezinde bol ağaçlı 120 hektarlık bir alan bundan 600 yıl önce park olmuş. Yönetenler çıkarcı değil iyi niyetli olunca güzel her şey mümkün.