Parti mezarlığı
Siyasal kriz dönemlerinin tipik görüntülerinden biri parti sayısındaki patlamadır. Birinci Dünya Savaşı yenilgisini izleyen mütareke dönemi, 27 Mayıs müdahalesi ile 1961 seçimleri arasındaki hazırlık dönemi, 12 Eylül cuntasının partilerin kurulmasına izin vermesinden sonraki dönem vb. Bu dönemlerin her biri önceki partilerin ve kadroların artık yönetemeyeceği inancının en yüksek olduğu fırsat dönemleriydi. Hepsinin ortak özelliği parti patlaması dönemi olmalarıdır.
Yönetenlerin yönetemediğine ilişkin algıların yaygınlaşması bu tür sonuçları teşvik eder. Toplumda her zaman yönetme iddiası olan, özgüveni yüksek lider adayları vardır. Ancak yönetenler ile yönetilenler arasında esaslı bir kopma yoksa yeni kurulan bir partinin rüştünü ispat ederek büyük kuvvetler arasına girmesi deveye hendek atlatmaktan zor olacaktır. Siyasal kriz dönemleri ise bu açıdan bir fırsat iklimi yaratır. Yönetim boşluğu manzarası, o boşluğu doldurabileceğini düşünen lider adaylarını parti kurmaya cesaretlendirir.
AK Parti’nin bir süredir ekonomi başta olmak üzere çeşitli konularda kararsızlıklar yaşıyor olması, buna karşılık Meclis’teki muhalefet partilerinin bir iktidar seçeneği oluşturmakta ya da milli bir siyasal anlayış üretmekte yeterli olamamaları, siyasal seçenek sorununu gündeme getiriyor. Gerçekte bu siyasal boşluk manzarasının arka planını, İslamcı muhafazakârlığın iflasına karşılık, batıcılığın da krize girmiş olması ve modern toplum değerlerinin batıcılıkla özdeşleştirilmesinden doğan ideolojik kriz oluşturuyor. Türkiye’nin yaşamakta olduğu nesnel koşullar ile bu nesnelliğin henüz Türkiye’yi yöneten veya yönetmeye talip olan geniş bir siyasal seçkin kesiminin bilincine yansımamış olması, bir makas açıklığı oluşturuyor.
Bu koşullarda bir fırsat dönemine girdiğimizi düşünen lider adayları, parti kuracaklarını duyurmaya başladılar. Yeni partiler iki ana eğilimin üzerine kurulabilirler. Birinci eğilim, Türkiye-ABD çatışmasının iç cephedeki izdüşümleri olarak ortaya çıkan veya çıkacak olanlar. Bu partiler, kendilerini sıfırdan başlayarak kanıtlama mücadelesi vermeleri gerekmediğini düşünüyorlar. Kendilerine özgü görüşler etrafında yeni bir kitle tabanını konsolide etmelerine ihtiyaç olmadığı, zaten kendilerinden önce açılmış bir yolun yeni varisi oldukları iddiasındalar. MHP mirası üzerinden merkez sağa doğru açılma iddiasındaki İyi Parti böyle bir parti. Babacan-Gül partisi ile Davutoğlu girişiminin büyük güçler saflaşması içinde bir mantığı var.
İkinci ana eğilimi, bir tür mucizeye oynayanlar oluşturuyor. Son örnek, CHP’den ihraç edilen Öztürk Yılmaz’ın parti kuracağını açıklaması. Bu tür çabalar geçmişte çokça görüldü. Bundan sonra da arkasının gelmesi beklenebilir. Özellikle sol ve ulusalcı duyarlılıkları olan “dip dalgası”na dâhil kentli seçmenlerinin bir süredir CHP’den duyduğu hayal kırıklığı, kentli sağ-milliyetçi seçmenin İyi Parti konusundaki yerleşmemişliği ve HDP’nin Türk siyasetinde bir geleceğinin olmadığını düşündürten gelişmeler, AK Parti’nin yönetim zaaflarıyla birleşince, fırsat dönemine girdiğimizi ve yeni bir partinin kendisine kitle tabanı bulabileceğini düşündürtüyor.
Babacan-Davutoğlu partilerinin, sonbaharına girmiş olan batıcılık mirası üzerinde rekabet etmeye soyundukları için, uzun vadede Türk siyasetinin kalıcı partilerine dönüşme şansı zor görünüyor. Milli nitelikli partiler kurmaya yönelenler için ise başka bir zorluk var. Aşağıda aklıma geldiği sırayla yazdığım şu partileri kimler hatırlıyor?
Yurt Partisi (Sadettin Tantan), Hür Parti (Yaşar Okuyan), Değişen Türkiye Partisi, (Gökhan Çapoğlu), Bağımsız Cumhuriyet Partisi (Mümtaz Soysal), Anadolu Partisi (Emine Ülker Tarhan), Hak ve Eşitlik Partisi (Osman Pamukoğlu), Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi (Yekta Güngör Özden), Türkiye Partisi (Abdüllatif Şener), Halkın Yükselişi Partisi (Yaşar Nuri Öztürk), Genç Parti (Cem Uzan).
Liste uzatılabilir. Bugün partiler mezarlığının sakinleri olan bu partilerin bir varmış bir yokmuş diye biten hikâyelerinden çıkarılması gereken temel bir ders var. Yeni kurulacak partiler, Türkiye-ABD cepheleşmesinde, bağımsızlıktan yana tavır alacaklarsa, iktidar olmak için ABD’nin Türkiye içindeki örgütlenmesinin yaratacağı rüzgâra göre hesap yapmayacaklarsa ve Türk milletinin öz kaynaklarına dayanarak güç toplamaya çalışacaklarsa, Türkiye’yi teslim almaya çalışan emperyalist cephenin bütün psikolojik harekâtlarına göğüs germeye hazır olmalıdırlar. Milli nitelikleri olan bir parti kurmanın turşu kurmaya hiç benzemediği büyük sınav alanı tam da burasıdır.