Pavyon güzellemesi
Geçen haftaki yazımızda her gün, sabah akşam her konuda, hep aynı kişilerin ekranlara çıkıp, kendilerini yenilemekten çok devamlı yinelemelerinin bıkkınlığından ve de izlenilmez olmalarından söz edip yazımızı “Böylesine bir televizyonculuk anlayışı içinde kimi dizilerle “Surviver 2024 Al Star”ın izleyici rekorları kırmasına hiç şaşırmamak gerekir…” cümlesiyle noktalamıştık.
Daha bu yazımızın üzerinden 24 saat bile geçmeden nur topu gibi bir konumuz daha oldu: Yılmaz Erdoğan’ın İnci Taneleri...
Dizi adeta bir bomba gibi tüm medyanın ortasına düşüverdi... Ama ne düşüş...
Yeşilçam filmlerinde defalarca izlediğimiz bir pavyon dansı günümüz Türkiye’sinde bu denli ilgi görüp, oynayandan mekanına, şarkısından giysisine, her bir şeyi ile hiç bir diziye nasip olmayacak oranda bir tanıtım fırtınası estirerek, yaşını başını almış nice günler görmüş eski bir bakanımıza bile “Pavyonda böyle güzel kadınlar var mı” dedirtti. Kimileri ise pavyonun tekrar gündeminden söz ederek artık kıravatlı bilmem hangi mesleklere sahip kişilerin bu tür yerlerin yeni müşterisi konumuna geldiklerinin altını çizdi.
Yani; tam anlamıyla bir pavyon güzellemesi...
Hangi konuya el atarsanız atınız, bir zamanların “yok artık” dedirten Yeşilçam’ın o bildik, ezberledik melodramlarından bir adım bile öteye gidemiyorsunuz. Hepsi sonunda bir gerçek olup karşımıza dikiliveriyor.
Önceden filmler yaşama hiç benzemiyordu, şimdilerde yaşam filmlere hiç benzemiyor... Oldukça masum –ama bir o kadar da erotik olduğu inkâr edilemeyen- bir pavyon dansının, böylesine bir ortamda bu denli ilgi görüp olay olması sanırım yaşam ile sinema arasındaki gerçekçiliğin sıfırlanmasında yatıyor.
Oysaki 50’lerin, 60’ların ve de TV yaşamımıza girene dek 70’li yılların ilk yarısının her on Yeşilçam filminden –abartmıyalım ama- beş’i payyon odaklı bir konuya/mekana/kişiye sahipti. Oynadıkları filmlerde pavyona düşmeyen kaç oyuncumuz var dersiniz? Rahmetli Cüneyt Arkın’ın sinemacılık serüvenin yarısı kahpe Bizans’la bir diğer yarısı da pavyon sahipleriyle dövüşmekle geçti.
Çünkü pavyonlar Yeşilçam melodramlarında “yırtmanın”, “düşmenin” ve de “kurtulmayı bekleyenlerin” değişmez mekanlarıydı. Ya pavyon sahipleri? Bir zamanlar sansürün her hangi bir meslek kurumunun rencide edilmesini men ettiği günlerde tüm kötülerin safında onlar yer almıyor muydu? Tüm olaylar bu mekanlarda başlar bu mekanlarda noktalanırdı.
Elbette ki pavyonlardan her zaman manav Halil’ler ile pavyon gülü Sabiha’ların yolu geçmiyor... ;
Onlar masumiyet çağımızdaki Akad ustanın Vesikalı Yarim filminde kaldı...