29 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Pazar zembilinden çıkan sefil darbe (7)

Özdemir İnce

Özdemir İnce

Eski Yazar

A+ A-

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın AKP tarikatı hükümetinin kâbusu olan ve cumhuriyetin niteliklerini saptayan ikinci maddesini anımsayalım isterseniz:

"Türkiye Cumhuriyeti ... demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."

Maddenin cümle kuruluşu Türkiye Cumhuriyeti'nin ilkin bir hukuk devleti olduğunu belirttikten sonra, bu hukuk devletinin temel niteliklerini sayıyor: Demokratik, lâik ve sosyal.

Anayasanın bu maddesi ile değiştirilemeyecek maddelerle ilgili dördüncü maddesi olmasaydı, AKP tarikatı hükümeti bu anayasayı sonsuza kadar kullanırdı.

***

R.T. Erdoğan, parti grubunun yeni yasama yılının ilk toplantısında, zembilden çıkardıkları demokratikleştirme paketini savunuyor:

"(1) Devlet vatandaşına yaşam tarzı, inanç, mezhep, değer dayatamaz. //

(2) Çocukluktan başlayarak format atamaz. Tek tip, standart vatandaş yetiştirmek için vatandaşlarına zulmedemez."

Ele aldığı konuları, kullandığı sözcük ve kavramları, ne yazık ki yeterince bilmeden konuşan ve bu nedenle de bir çelişkiden ötekine düşen Başbakan, gene aynı şeyi yapıyor. Birinci cümlede anayasanın ikinci maddesinde ifade edilen laikliğin bir tanımını yapıyor ama ardından laikliğin uygulamasına karşı çıkıyor. Karşı çıkıyor olsa neyse, olguyu yanlış yorumluyor.

Konuşmanın başında "(2)" bulunan bölümünde, Laik Cumhuriyet'in temelini oluşturan Devrim Yasaları'na karşı çıkıyor. Anayasasında laiklik ilkesi bulunan bir cumhuriyetin bütün yasalarının, yönetmeliklerinin, tüzüklerinin bu ilkeye uymak, yani laik olmak zorunda olduğunu bir türlü kabul edemiyor. Ve uygulamayı formatlamak sayıyor.

Türkiye Cumhuriyeti, 1923-1950 döneminde, başta ulusal eğitim ve yargı olmak üzere devlet kurum ve kuruluşlarında, vatandaşına yaşam tarzı, inanç, mezhep, değer dayatılmasına son vermek için, dinin ve din adamlarının toplumu ve bireyi baskı altına almasını engelleyecek bütün yasal önlemleri aldı. Bu yasal önlemler Devrim Yasaları olarak ortaya çıktı. Başbakan ve konuşmasında sözünü ettiği "dava arkadaşları" ve bunların öncülleri laik devletin "dini olmayan bir devlet olduğu" gerçeğini bir türlü kabul edemediler. "Dini olmayan devlet" ile "dinsiz devleti" birbirine karıştırdılar. Türkiye Cumhuriyeti Müslüman, Hıristiyan ve Musevi bir devlet olmadığı gibi ateist bir devlet de değildi. Laik devlette, bireylerin ve toplumun Allahı, peygamberi ve kutsal kitabı vardır; ama devletin yoktur: Karşıdevrimci akım bu gerçeği, devletin kendisini bu ilkeye göre örgütlemesini bir türlü kabul edemedi.

Laik okulda elbette halkın çoğunluğunun dini öğretilemezdi, peygamberinin hayatı öğretilemezdi, laik okulda mescit bulunamazdı. Çünkü laik devlet kamusal alanları nötralize etmek zorundaydı; toplumsal hayatın gerek ve zorunluluklarını laiklik ilkesine göre düzenlemek zorundaydı.

Başbakan ve dava arkadaşları ve bunların öncülleri işte bunu kabul etmediler ve edemiyorlar.

Laik devletin uygulamalarını işte bu nedenle "zulüm" olarak niteliyorlar. Kendi İslam anlayışlarını başkalarına zorla kabul ettirmelerinin engellenmesini "zulüm" olarak adlandırıyorlar. Türbanı dinsel simge halinde getirmemiş olsalardı, türban sorunu diye bir şey olmazdı bu ülkede. Kadınların geleneksel bir süslenme tarzı olarak kabul görürdü. Ama bile isteye ve bir komplo olarak türbanı bir dinsel simge ve inanç özgürlüğü sorunu haline getirdiler; anayasa ve yasaları çiğneyerek zorla kamusal alana girdiler.

***

R.T. Erdoğan, Cumhuriyet'in okulları ve kamusal alanı dinsellikten arındırarak nötralize etmesini çocuğa format atmak olarak sunuyor. Doğrudur, devlet okullarda cumhuriyetin ve laik eğitimin ilkelerini uygulayarak çocukları gerçekten formatlamaya çalışmıştır. R.T. Erdoğan ve dava arkadaşları gibi imalat hataları bulunduğuna göre bu konuda başarılı olduğu da söylenemez. Ancak, bilinmesi gereken şu ki, her devlet, anayasasında yazan ideolojiye göre öğrenci çocuklarını formatlar. Suudi Arabistan'ın formatı İslamidir, asla laik ya da bir başka din olamaz. Türkiye Cumhuriyeti de laik bir devlet olduğuna göre eğitimin formatı da laik olacaktır.

Başbakan R.T. Erdoğan'ın ne yazık ki "devlet hikmeti"nden yani "Raison d'Etat"dan, devletin "hikmet-i vücut"undan yani "Raison d'être"inden haberi yok. Haberi olsaydı demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti'nde dindar bir nesil yetiştirmeye kalkışmazdı.

Başbakan R.T. Erdoğan, ne yazık ki, demokrasi ile otokrasiyi, despotizmi birbirine karıştırıyor. Laik ve demokratik bir rejimde, okulların dinlerden arındırılmış bir program uygulaması yasal ve meşrudur. Ama, laik ve demokratik bir rejimde okulların dindar (ve kindar) bir nesil yetiştirmesi yasadışı ve gayri meşrudur; dolayısıyla hem anayasal hem de yasal çok ağır bir suçtur!

Başbakan ve dava arkadaşları bu suçun hesabını statüleri gereği bir gün Yüce Divan'da vermek zorunda kalacak ve Demokratikleşme Paketi bu davada kanıt olacaktır.

***

Milli Eğitim Bakanlığı'nın verilerine göre: AKP'nin iktidara geldiği 2002 yılında ülkede 450 imam-hatip okulu varmış. Öğrenci sayısı 71 bin imiş. 2013 yılında imam-hatip sayısı 2074 ve öğrenci sayısı 450 bin 969.

Laik bir cumhuriyette böyle bir sayı mümkün değildir. Bu sayı laik demokrasiyi değil, teokratik despotizmi işaret eder.

On yıl içinde 450 imam-hatip okulunun 2074'e, 71 bin öğrencinin 450 bin 969'a yükselmesi yasal ve anayasal bir suçtur. Laik ve demokratik rejim karşıtı teokratik bir darbedir!

Osmanlı devletinin nasıl yıkıldığını merak edip öğrenmek isteyenler günümüz AKP tarikatı hükümetinin on yıllık iktidar döneminde yaptıklarını izlesinler. İzleme örnek konularından sonuncusu "Demokratikleşme Paketi"dir. (Devam edecek)

Nota bene:

"Raison d'Etat"yı ("Devlet hikmeti"), "Devlet aklı" olarak tercüme etmek yanlıştır. "Devlet aklı" diye bir şey yoktur.