Penaltı Felsefesi
Penaltı kazanmak, her takım için önemli bir avantajdır. Penaltı atmak da penaltıyı kurtarmak da futbolcu ve kaleci olmaktan öteye bir sezgi işidir. Ve bu nedenle de çok önemlidir. Taraftarlar takımları penaltı kazandığı zaman büyük sevinç içine girerler. Daha doğrusu penaltının yüzde yüz gol olacağını düşünürler. Hakları da vardır aslında 7.32 metre genişlikte 2.44 metre yükseklikteki kaleye topu atmak çok kolay gibi görünür. Ama bu düz bir mantıktır. Durum, hiç de seyircilerin düşündüğü gibi değildir. Bazen, topa vuracak kişinin gözünde kale sahası adeta bir iğne deliği gibi daralır. Bu nedenle de dünyada büyük penaltıcı diye propagandası yapılan futbolcuların bile zaman zaman penaltı kaçırdıklarına şahit oluruz.
Herhalde anımsarsınız 1994 yılında İtalya Milli takımında oynayan Baggio isminde dünya çapında bir futbolcu vardı. Penaltıları hep o atardı. Bu futbolcu 1994 dünya kupası Finalinde Brezilya ile oynadığı maçta penaltıyı gole çevirememişti. Maçın normal süresi ve uzatması da berabere bitmiş ve iş penaltı atışlarına geldiğinde attığı penaltıları ile ünlü olan Baggio penaltıyı kalenin içerisine atmak yerine kale üzerinden metrelerce yükseğe atmıştı. Neredeyse kuşları düşürecekti. İyi ki Türkiye'de oynamıyordu ve de Türkiye bu finallerde değildi. Adamın katli vacip olurdu. Bizim profesör ismi takılan ve iki ayağı raket gibi olan, belki de dünyanın sayılı futbolcularından penaltıcımız olan Lefter Küçükandonyadis'in de zaman zaman penaltı vuruşunu gole çeviremediğini, topu dışarıya attığını bilirim. Ama tabii ki penaltı vuruşunu gole çeviremeyen futbolcu, kötü futbolcu demek değildir. Çünkü penaltı atmak bir sezgi işidir. Bununla ilgili bir sürü örnek vardır. Bakınız Alex'e..Türkiye'de oynarken 3 penaltı kaçırmışlığı vardır. Bu seneki dünya kupasında ise Brezilya dahil birçok üst seviye takım oyuncusu penaltı kaçırdı. Bana sorarsanız, 120 gol atmışım ama hiç penaltı siftahım yok.
Örneğin Fenerbahçe'nin uçan kalecisi Cihat Arman ile yaşanan bir penaltı olayı vardır ki hiç unutamam. 1941-1942, liseden yeni mezun olmuştuk ve de dönem II. Dünya harbi sonları dönemi. Savaş esnasında Ortadoğu'yu kontrolu altına almış olan İngilizlerin kurmuş olduğu bir futbol takımı vardı. Adı 'Orta şark takım'ı. İçlerinde İngiltere Kral Kupası'nda oynayan sonradan askerlik için Orta Doğu'ya gelen profesyonel İngiliz futbolcusu vardı. İlki Ankara'da ikincisi İstanbu'lda olmak üzere 2 maç yaptık. İkisinde de skor 2-2 oldu. Kadıköy Şükrü Saracoğlu stadındaki maçta ilginç bir olay olay oldu. İngilizler penaltı kazandı. Penaltı noktasına, o zamana kadar hiç penaltı kaçırmayan Fenton isminde futbolcu geldi ve vuruşunu yaptı. Cihat'ın sol tarafındaki köşeye giderken Cihat şahane bir suplex (vücudun esnek hareketi) yaptı ama topa uzanamadı İnanılır gibi değil ama aniden havada şekil değiştirip o penaltıyı kornere çevirmişti. Penaltı vuruşu da güzeldi, bu vuruşu kurtamak da güzeldi. Cihat'ın bu kurtarışına İngilizler de, biz de, taraftar da hepimiz şaşırmıştık. Pozisyon sonrası tüm futbolcular İngilizler dahil kalemize koşup, Cihat'ı tebrik ettiler. Gariptir ki Cihat'ın kornere çevirdiği durum bir kargaşalık sonrası gole çevrildi. Bu da futbolun cilvesi işte.
Benim penaltı hakkındaki felsefem bu ama suyu bardakta görmüş bir gemi kaptanı misali bir takım futbolcu olmayan, futbol eleştirmeni olanların felsefesi nedir bilmiyorum..
Penaltı nasıl atılır? Atılmalıdır? Bence; iki türlü. Şutla ve plase ile. Şut ile atınca kaleci bazen topu bile görmez ama bu kontrollu bir atış değildir. Çoğu kez kaçırma ihtimali vardır. Plase atmak bence doğrusudur. Plase atışlar daha kontrolludur ve de gol olma ihtimali daha fazladır. Kaleci çok kuvvetli top beklerken daha hafif ve kontrollü vuruşlara karşı aldanır.
İNEK KARŞILIĞI TRANSFER
Bizim kuşak futbolcuları siyah beyaz dünya içinde yaşadı. Hepimiz amatördük. Transfer ayı bizim için bir şey ifade etmezdi. Yeni alınacak futbolcular öğrenci ise, oturdukları evin kirasını kulüp öderdi. Transfer ayı için bir beklentimiz olmazdı. Bazı futbolculara kulübün anlaştığı belirli bir restaurant gösterilir, o futbolcular, ay boyunca para vermeden bu restaurantta yemek yerlerdi.
Ben de yıllarca Fenerbahçe'de oynadım. O dönemdeki diğer bir çok arkadaşım gibi, ben de transfer ücreti nedir bilmedim. Sadece bir kez, unutamadığım bir hediye almıştım. O zamanın hem Türkiye'nin en ünlü hem de dünya milletleri tarafından tanınan büyük şekercisi olan Hacı Bekir bana bir İngiliz kumaşı hediye etmişti. Çok onurlanmıştım.
Bir başka hikaye; Ankara'da Güneşspor'dan Ankaragücü'ne geçen kaleci Arif Peçenek, bir inek karşılığı Güneşspor'dan Ankaragücü'ne transfer olmuştu. Ama bu inek, görkemli bir inekti. Bu günkü ineklerden daha fazla süt veriyor. Çünkü doğal yemlerle besleniyordu. Arif'in aldığı inek kaç lira ederdi bilemiyorum. Ama aldığı para bu günkü ineklerden daha fazla.. Bu günkü futbolcuların aldığı milyon Avro'lar kaç inek alınır hesaplayın. Bırakın inek almayı, bir zirai kombine bile kurulur.