Penaltıyı kaçırınca 'maymun' oldular!
Kendi Millî Takımımızın başarısızlığına üzülsek de EURO 2020 iyi bir turnuva oldu. Güzel maçlar izledik. Finalde büyük ihtimalle İngilizler hariç bütün dünya İtalya’nın kazanmasını istedi. İtalya oynadığı oyun ve sıcaklığı kadar, İngiliz kibrine olan dünya çapındaki gıcıklığın da etkisiyle bu denli yüksek bir destek aldı. Neymiş, “futbol evine dönecek”miş!
SÖMÜRGE GELENEĞİNİN MİRASI
İngiltere adına seri penaltı atışlarını kaçıran Marcus Rashford, Jadon Sancho ve Bukayo Sako maçın ardından ırkçı saldırıların hedefi oldular. Tenlerinin renginden dolayı ağır hakaretlere maruz kaldılar. Öyle 3-5 kişinin işi olsa bir yazının konusu olmazdı. Ancak binlerce beyaz Anglo Sakson İngiliz koro halinde bu ırkçılığa imza attılar. Bu üç futbolcunun fotoğraflarına maymun ve muz görselleri eklenerek onlara “hadleri bildirildi.” “Geldikleri yere” geri dönmeleri istendi. Sanki büyük büyük büyük dedeleri keyiflerinden Afrika’dan kalkıp Ada’ya yerleşmiş gibi… Bizim burada sinirlerimiz bozuldu. İngiltere’nin Afrika kökenli halkını düşünemiyorum bile.
İşin endüstri boyutunu bir yana bırakıp insani açıdan değerlendirirdeniz aslında 23, 21 ve 19 yaşlarındaki üç gencecik insanın neredeyse bütün dünyanın gözlerini çevirdiği bir müsabakada heyecanlarına yenik düşmelerinden, ayaklarının birbirine dolanmasından ibaret bütün konu. Penaltıları gole çevirseler aynı İngilizler sabaha kadar, kusana kadar içecekler, coşkuları publardan sokaklara taşacaktı. Demek ki siyah tenli insanlar “hakiki” İngilizlere iyi hizmet edebildiği ölçüde kıymet görüyor, insan yerine konulabiliyor. Köklerinde sömürgecilik ve kölelik olan bir devlet ve toplum için çok da şaşırtıcı değil. Yüzyıllarca “güneş batmayan imparatorluklarının” dünyanın efendisi olduğunu zannettiler. Herhalde hâlâ kraliçe, prens, düşes vb. “soyluluk” unvanlarının yaşadığı çağdışı bir monarşiyi kısmen de olsa yaşattıkları için kendilerini 19. Yüzyılın şaşaalı günlerinde zannediyorlar.
ABD’de de durum farklı değil. Lebron James efsane bir basketbolcu olamasaydı acaba nasıl bir muamele görürdü? ABD’de Afrika kökenlilerin nüfusun %13’ünü oluşturmalarına karşın, cezaevlerinin yaklaşık %50’sini doldurdukları düşünülürse cevap iyi kötü ortaya çıkıyor. Sonuçta çekik gözlülerin virüs taşıyıcısı olduğunu zanneden ve bu yüzden sokakta onlara saldıran bir toplumdan söz ediyoruz. Gerçi başkanları “Çin virüsü” dedikten sonra halkından ne beklenir?
Irkçılık sosyo-ekonomik bir kavram olarak Anglo-Sakson dünyanın genlerine işlemiş durumda. Çeşitli kampanyalarla bunu aşmaya çalışsalar da başaramıyorlar. Zaten dikkat edilirse ırkçılık karşıtı kampanyalar bizdeki gibi “bir olma, birlik olma, et ve tırnak olma” gibi bütünleştiren temalarla değil, “onlara da saygı gösterelim” sloganlarıyla yürütülüyor. Onlar, “korunacak, kollanacak” kimseler. Yani ırkçılık karşıtlıklarında bile bir “üstünlük” vurgusu var.
SALAH PENALTI KAÇIRIRSA NELER OLUR
Sömürgeci ve emperyalistin ruh hali böyledir. Buna karşılık uzun yıllar sömürge olanların da düşünce dünyası ona göre şekilleniyor. Mısırlı Müslüman futbolcu, Muhammed Salah Liverpool’da öyle şahane top oynadı ki İngilizlerin kalbini çaldı. Bizim ülkemizde dahi Salah’ın İngiltere’de Araplara ve Müslümanlara yönelik önyargıyı yıktığı, İslamofobi’yi zayıflattığı yazılıyor. Onlara beğendirmeliyiz kendimizi! Maazallah Salah yarın öbür gün Şampiyon Ligi finalinde gol kaçırsa “zaten Müslümanlara güvenilemeyeceği” fikri zuhur edecek. Müslümanlar bellerine sardıkları bombalarla gezen, Avrupa’nın beyaz demokrasisine tehdit olan canilere dönüşecekler. Hz. Muhammed’in bombalı karikatürleri ortada değil mi?
MİLLÎ ÖZGÜVEN
Batı dışı dünyanın Batıya öykünerek ya da Batıya yaranarak ya da Batı’nın verdiği ev ödevlerini yaparak gelişeceği yolundaki ezber büyük bir yanılgı. Türkiye’nin en son Zülfü Livaneli örneğinde gördüğümüz üzere böyle gönüllü köle olmuş ciddi bir aydın zümresi var. Muhafazakarından, liberaline, sosyalistine kadar bu ezik ruh halini her kesimde görüyoruz.
Atatürk’ün “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma” sözü, gelişmekte olan ezilen dünya devletlerine özgüven aşılayan çok önemli bir hedef. Zaten Atatürk’ün “manda” fikrini reddetmesi de aynı devrimci kararlılığın yansımasıydı. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kalkınma ve büyüme yalnızca bu ideolojik kararlılıkla açıklanabilir. Son 7 yıldır yaşadıklarımız da 65 yıllık NATO tahakkümünün yarattığı zihinsel tembelliği ve bağımlılığı üzerimizden atmamızın sonucu. Çin’in olağanüstü biçimde kalkınması ve 1,4 milyar nüfuslu ülkede yoksulluğu tarihe gömmesi de bağımlılık ilişkilerine son veren ve “Çin’e özgü” yol ve yöntemleri üreten bir ideolojik önderliğe sahip olmasından kaynaklanıyor.