Pencereme konan kuşlar
Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım çok büyük bir üzüntüsünü anlattı. Büyük bir kuş severdir. Evinde çok çeşitli kuş besler. Yaklaşık beş yıldır beslediği bir kuş kendi hatası yüzünden ölmüş. Telefonda ağlamaklı uzun uzun anlattı, yetmedi buluştuk, gözlerindeki derin üzüntüye şahit oldum. Bu, benim yıllar önceden bizzat bildiğim bir üzüntüydü.
Bende çok severim kuşları oldum olası. Renkleri, o renklerin armonisi, çıkardıkları sesler, insanın zihninde, kalbinde bıraktıkları izler, verdikleri ilhamla onlar doğanın en muhteşem yaratıklarıdır bence. Bazen pencereme konarlar; onlar ürkek, telaşlı, içeriyi süzer, ben onların zamanda atlıyormuşum hissi veren hareketlerini izlerken mutlu anlarımı yaşarım. Kimi zaman kanatlarına takılsam diye düşlerim.
Engin maviliklerde eşlik etmeyi arzuladığım bu zarif yaratıklar bende unutamadığım izler bıraktılar. Gariptir benden hiç çekinmiyorlar. Beni pencerede gördükleri her gün hiç korkmadan pencerenin pervazına konar, bana bakar ve birkaç saniye sonra uçup giderler. 8’inci kattaki bizim pencere aslında bizim mahallenin kuşlarının alışkanlık halinde kanatlarını dinlendirdikleri bir konak. Ama yinede benden çekinmemeleri mutlu ediyor beni. Siz hiç ağlayan bir kuş gördünüzmü? Ben gördüm.Yıllar önce bahçe katındaki evimin penceresinde otururken, çok yakınımda patlayan sesi takiben gözümün önündeki ağaçtan düşen karganın gözyaşlarına tanık oldum. Tam karşımda acı içinde kıvranırken bana baktı bir an. Zalim bir merminin kan içinde bıraktığı pençesini kâh yere sürüp kâh gagasıyla pansuman ederken benden yardım ister gibi bakıyordu. İşte orada gördüm kuşun gözyaşlarını. Kurşun banada değmiş olmalı ki benimde bir yerlerim kanamıştı. Ogün orada olsaydınız gözlerimden akan kanı görürdünüz.
O karganın sahipsizliği bende kuş besleme isteği doğurdu ve iki tane muhabbet kuşu aldım. Aslında iki tane esir getirmiştim evime biliyordum ama onları avcıların kurşunlarından koruyor olmakta teselli buluyordum. Her gün kafesin karşısına oturup seyre dalıyordum. Yem yerken, su içerken, birbirlerine şarkılar söylerken, oyun oynarken, bıkıp usanmadan bütün zamanımı onlarla geçirmek en büyük zevkimdi. Ama onlar beni hiç sevmediler, anlıyordum bunu.
Arada bir kafesten çıkarır evin içinde dolaşmalarını sağlardım. Çok mutlu olurlardı, anlardım. Bir gün balkon kapısının açık olduğu bir anda kuşlardan biri uçup gitti. Hiç kıpırdamadan ardından bakakaldım. Hiçbir şey yapamamıştım. O gün hayatımın mutlu yanı da uçup gitmişti o kuşla beraber. Kendime gelince diğer kuşu aradı gözlerim. Perdeye konmuş sessizce bekliyordu. Başının hareketleri acayip hızlanmıştı. Bir tedirginlik sinmişti hareketlerine. Bir müddet sonra kafesine girdi ve sürekli, hiç kesintisiz ötmeye başladı. Bir o yana bir bu yana attı kendini, döndü durdu. Bir gün, iki gün, yemine dokunmadı, su içmedi. Bir sabah kalktım ki ölmüş.
O günden sonra bir müddet ne pencereye bakabildim ne de gökyüzüne. Zaten kuşlarda bir zaman pencereme konmaz oldular. Yıllar önce oturduğum o bahçe katlı evin önünden her geçişimde adını koyamadığım bir hüzün basardı. Bir şey gelir kalbimi sıkıştırır ne olduğunu anlayamazdım. Birçok şeyin içerisinde unuttuğumu sandığım bir kareydi yukarıda anlattıklarım. Arkadaşımı dinlediğimde o yılların sisli perdeleri bir bir aralanınca hepsi gözlerimin önünde ete kemiğe büründüler bir anda. Anılarımız zaman makineleri gibidir alır götürür işte böyle.