Peşte’de pes ettirdik!
1949’da SSCB’nin katılmadığı Avrupa Güreş Şampiyonası’nda madalya sıralamasında birinci olmuştuk. 1966’ya kadar şampiyona düzenlenmedi. 1966’dan 1991’e kadar sadece 1971’de şampiyona düzenlenmedi ve SSCB madalya sıralamasında hep ilk sıradaydı. SSCB dağılınca 1992’de Sovyet Cumhuriyetlerinin oluşturduğu Bağımsız Devletler Topluluğu liderliği aldı. 1993’ten 2021’e dek de her yıl Rusya en tepedeydi. Rusya’nın yarıştırılmadığı ilk turnuvada, bu sene, yine Türkiye hem toplam madalya sayısında hem madalya sıralamasında ilk sırada yer aldı. Hem de öyle böyle değil, Türkiye 7 altın kazandı; ikinci Azerbaycan 3 altında kaldı. Rusya katılsaydı, 1966’dan beri düzenlenen bu şampiyonada bir ilki gerçekleştirebilir miydik? Rusya ilk kez geçilebilir miydi? Bu soru uluslararası spor birliklerinin Rus ambargosu ile spora düşürdükleri gölge nedeniyle yanıtsız kaldı. Batılılar gölgede spor yapmak isteyebilir; Türk güreşçisi kızgın güneşin altında yağlı güreş yaparak yetişir, pehlivan olmak için gölgelere gereksinimi yoktur. Bu büyük başarıyı kutlarken içimiz buruk. Rus ambargosu, yakalanan bir fırsat mı yoksa kaçırılan bir başarı mı? Öğrenemeyeceğiz!
Mart’ta 23 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’nda kadın güreşçilerimiz takım olarak birinci olmuştu. 1 ay geçmeden, kadınlarımız büyüklerde de takım olarak birinciliği kazandı. 2019 Ocak’ında Amir Khan’ın Dangal filminin temasını kullanarak kadın güreşçi olmanın zorluklarını anlattığım “Ana Sporumuz” isimli yazımda adını andığım 4 güreşçimiz de Budapeşte’de madalya kazandı. Yasemin, Evin, Buse ve Bediha yılların emeğiyle bu başarıya ulaştı. 23 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’nda madalya kazanan 3 gencecik kızımız da büyüklerde bronz madalya maçına çıktı. Eğer 3 kiloda birden aynı sonuç alınıyorsa bu tesadüfen olamaz, Güreş Federasyonumuzun planlı gençleştirme politikasının sonucudur. Güreş artık sadece ata sporumuz değil, ana sporumuz da. Türk kadını, yobaz yazardan terör örgütlerinin saldırı aracı İstanbul Sözleşmesi’nden fonlananlara kadar tüm Cumhuriyet düşmanlarına minderde yanıtını veriyor.
ŞAMPİYONA ESAS DURUŞ YAKIŞIR
Rıza Kayaalp 11, Taha Akgül 9. kez büyüklerde Avrupa şampiyonu oldu. Tüm şampiyonlarımızla gurur duyduk, ama şampiyonlarımızın her seferinde kürsünün en üst basamağına çıkan bu iki pehlivanı örnek alması gerekir. Kürsünün en üst basamağında bir özenti duruşla durulmamalı. Rıza, Taha ve Murat Fırat dışında diğer tüm şampiyonlarımız İstiklal Marşı’nı yönetmeliklere aykırı şekilde, sanki Amerikan Milli Marşı dinler gibi sağ el kalp üzerinde dinlediler. ABD’de 1998’de çıkan bir yasa ile Amerikan Ulusal Marşı’nda sivillerin sağ ellerini, askerlerin ise başlıklarını kalplerinin üzerine getirmesi zorunlu hale getirildi. Başarıları ile ülkemize en güzel örnek olan şampiyonlar, kürsüdeki duruşlarıyla kendilerine özenenlere yanlış örnek olmasınlar. İstiklal Marşı gözle bayrak takip edilerek ve hazır ol vaziyetinde söylenir. Askerlerimiz ise marşımızı “Selam Dur” vaziyetinde söyler. Yasemin, Evin, Feyzullah, Kerem; başarılarınız buram buram Anadolu kokuyor, Amerikan Meclisi’nin aldığı kararlara özenmeyin!
HAYAT KURTARAN MADALYA
Rıza Kayaalp hem minderde hem kürsüde büyük! Onu büyük yapan sadece sportif başarı değil. Çünkü o gönüllerde de büyük! Şampiyonadan önce kazanacağı ödülü 11 aylık SMA hastası Eslem Fatma’nın gen tedavisine bağışlayacağını söylemesi bir büyüklük değil mi? Belki Rıza’nın katkısı gen tedavisi maliyetine yetmez, ama yarattığı kamuoyu Eslem Fatma’nın ve diğer SMA hastalarının umududur. Rıza’nın altın madalyasını alır almaz TRT mikrofonlarına söyledikleri de ders niteliğinde. 11 yaşında Yozgat’taki köyünden çıkıp Güreş Eğitim Merkezi’ne geldikten sonra ayakkabısından formasına, yatmasından yemesine Devlet’in karşıladığını ve bunun karşılığını ödeyemeyeceğini söyledi. Bu söz, mezun olur olmaz kendini yurt dışına atmayı hedefleyenlere ders olmalı. Aldığınız eğitimin karşılığını vermeden nereye gidiyorsunuz? Rıza; 11’i Avrupa, 4’ü Dünya, 2’si Dünya Kupası şampiyonluğu olmak üzere Türkiye’ye kazandırdığı 41 altının hala 11 yaşında içtiği çorbanın karşılığına yetmediğini söylüyor. Bu sözler, sporda kamucu politikaların hem çocuklarımızın umudu hem ülkemizin gururu için ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor.
DİYARBAKIR BİRLEŞTİRİR
Kadınlarımız Budapeşte’de takım halinde şampiyon olurken Diyarbakır’da kadın futbolcular meslektaşlarına saldırdı. Defalarca yazdım, Türkiye Ligi’nde Cumhuriyet ile kavga eden takım isimleri olamaz diye. İstanbul’da Fenerbahçe ile kendilerine Amed adını veren takımın maçında, Fenerbahçeliler skor tabelasına Amed yerine Misafir Takım, logo olarak da Türk Bayrağı’nı kullanınca Diyarbakır temsilcisi yöneticileri tepki göstermişti. Diyarbakır’daki rövanşta bu gerginlik Fenerbahçeli futbolculara saldırı ile sonuçlandı. Futbol Federasyonu kimseye ceza vermesin, çünkü bu olayların sorumlusu Amed ve Dersim isimli kulüplere izin veren TFF’dir. Diyarbakır birleştirir, Amed ayrıştırır. TFF bu ayrışmaya göz yumuyor!