22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Politik sınırları yeniden inşa etmek

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Geçtiğimiz Pazar günü gerçekleşen ‘demokrasi şöleninde’ yalnızca iki adayın ekran karşısına çıkarılması birçok kesim tarafından eleştirildi. Diğer iki adayın demokratik söz hakkının engellendiği çerçevesindeki haklı eleştirilere katılmakla birlikte, bu tek sesliliğin otuz yıllık neoliberalizmin sonucu olduğunu görmek önemlidir. Burada ihmal değil, sitemin anti demokratik ruhuna uygun siyasi kültürün açığa çıkması söz konusudur.

Politik sınırları yeniden inşa etmek - Resim : 1

Dünyada muhafazakârların sosyal devleti tasfiyesine, solun kendisini yenilemesi gerekçesiyle sol partilerin de ortak olmasıyla iki partili sisteme fiili olarak geçilmişti. Neoliberal politikalarda merkez sağ ve merkez sol arasında konsensüs kurulması sonucu, diğer tüm siyasi hareketlerin ‘demokratik’ yöntemlerle ve şiddetle baskılanmasıyla, parlamenter temsil sorunu gündeme gelmiştir.

2008’deki büyük ekonomik krizle, neoliberal modelin iki partili sitemindeki temsil sorunu da krize dönüşmüştür. Parlamenter rejimin yaşadığı kriz ve halk egemenliğinin gerilemesi bugün sadece ülkemize özgü değildir.

1990’ların ortalarında iki partili sisteme, Avrupa’da ‘sağ popülist’ partiler ilk kez seslerini yükseltmişti. Fransa’da 2002 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde baba Le Pen’in ikinci tura kalması büyük yankı uyandırmıştı.

Ekonomik kriz sonucu gündeme gelen kemer sıkma politikalarına karşı, 2011 yılında Avrupa’nın tüm başkentlerinde ve ABD’de yükselen ‘sol popülist’ hareketler de iki partili sistemdeki çatlakları derinleştirmişti.

Gelinen noktada iki partili sistem, sağ ve sol popülist partilerin halkı noeliberalizme karşı seferber etmesiyle çözülmektedir. Merkezdeki konsensüs dağılıp, merkezi temsil eden partiler hızla erirken, sağ ve sol popülist partilerin yükselişi gözlemlenmektedir.

Merkez kapitalist ülkelerde ve ezilen dünyadaki pek çok ülkede iki partili neoliberal konsensüs çözülürken, ülkemizde bu yapının nasıl devam edebildiği tartışılmalıdır.

YÜKSELEN NEOLİBERALİZM KARŞITLIĞI

Otuz yıllık dönüşümün doğasına dair tartışma, 17 yıldır iktidarda olan AKP hükümetinin dinamiklerinin de doğru değerlendirilmesini sağlayacaktır.

AKP rejimi, muhalefetin geniş kesiminin iddia ettiği gibi dine referans yaparak ve halkı bu eksende kutuplaştırarak mı iktidarını devam ettirebilmiştir?

Kuşkusuz AKP söylemlerinde dine referans yapmaktadır, ne var ki 17 yıllık iktidarı bu durumla açıklamak, önümüzdeki büyük sorunlarla yüzleşmemizi engeller.

2002 seçimlerinde Erdoğan popülist söylemleriyle, Kemal Derviş’in reçetesinin neden olduğu ekonomik krizin tepkilerini, kendi partisinin etrafında toplayarak iktidara gelmişti. Son dönemde ABD ile yaşanan sorunlara kadar neoliberal politikaları en sert şekilde uygulayarak, içeride ve dışarıda iktidarının dayanacağı güç odaklarını yaratarak rejiminin sürekliliğini sağlamıştı.

Türkiye’de üretimin omurgası kurumlar özelleştirilmiş, sıcak parayla finanse edilen inşaat sektörüyle ekonomi şişirilmiş, tarımdan sanayiye kuralsızlaştırma kitlesel işsizliklere neden olmuştu.

Bu ekonomik yıkıma paralel cumhuriyetin temel siyasi kurumları dağıtılarak, uluslararası sermayenin hegemonyası için uygun koşullar yaratılmıştı. Toplumsal zenginliği elinde tutan azınlığa karşı söylemlerle iktidara gelen Erdoğan, bu elitlerin isimleri değişse de, iktidarı boyunca var olan toplumsal eşitsizlik çok daha derinleşerek devam etmiştir.

Özetle Erdoğan, neoliberal politikalar ve bu politikaları perdeleyen popülist söylemleriyle rejimini ayakta tutabilmiştir. Böylece dağılan eski merkez sağın yerine AKP’nin hakimiyeti yerleşebilmiştir.

Merkez sol yani CHP ise, çok öncesinden neoliberal politikalara uygun dizayn edilmişti. Bugünkü ekonomik ve toplumsal krize rağmen, CHP ve ittifak yaptığı partiler ve elbette İmamoğlu’nun kendisi, 2002’de Erdoğan’ın sistemi eleştiren popülist söylemini dahi kullanamamaktadır.

İmamoğlu, Tony Blair gibi, siyaseti siyasetsizleştirerek sanki politik kutuplaşma yokmuş gibi davranarak, sadece ‘kul hakkı’ ve ‘israf’ söylemiyle popülizmin değil, demokrasinin demagojik yüzünü yansıtmaktadır.

2002’de Irak Savaşı arifesinde toplumumuzda var olan kutuplaşma bugün kristalize olmuştur: ABD karşıtlığı ve onun neoliberal politikalarının kitlelerce reddedilmesi! CHP ve İmamoğlu’nun yüksek siyasetteki sessizliği, kitlelerdeki bu siyasal bilincin hakimiyetidir.

Türkiye’nin varlığını sürdürme kararlılığı ve kitlelerin anti emperyalist siyasal bilinci AKP’yi bugün ABD ile karşı karşıya getirirken, AKP yeniden neoliberal karşıtlığını, bu kez milliyetçi söylemle elinde tutmaktadır. Bu söylemin ne ölçüde gerçekleşeceğiyse tartışma konusudur.

‘TÜRKİYE İTTİFAKI'NIN POLİTİK ZEMİNİ

Yunanistan’da SYRIZA hareketi iktidara ilk geldiğinde maliye bakanı olan Yanis Varoufakis, “Bize 1967’de olduğu gibi tanklarla değil, bankalarla saldırıyorlar” açıklamasında bulunmuştu. Gelinen noktada uluslararası sermaye, Çipraz’ın boynuna kravatı bağlatmak zorunda bıraktı.

15 Temmuz’da sistemle yaşanan çatışmalar sonrası üzerimize tanklar sürülmüştür. Seçim sonrası Yunanistan’daki gibi, uluslararası sermayenin tanklarla yapamadığını bankalarla yapmaya çalışacağını söylemek, kehanet olmasa gerekir.

Kehanette bulunulması gereken konuysa, Erdoğan’ın saldırganlaşacak neoliberal tahakküme ne ölçüde direnebileceğidir. Sağ popülizmin sınırlarının dışına çıkarak ne ölçüde kamucu, korumacı ve bağımsız politikalar uygulayabileceğidir.

AKP’nin ne kadar tutarlı politika izleyeceği, ülkenin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını sağlayacak ‘sol popülizmin’ gücüne bağlıdır. Bugünkü siyasi denklemde sol popülizmin görece zayıflığı, siyasi tıkanıklığın en başat nedenlerindendir.

Bu bağlamda sol popülizmle neyin tarif edildiği tartışılmalıdır. Birçok düşünüre göre popülizm bir ideoloji olmadığı gibi bir rejimi ve programı da yoktur. Popülizm her ülkenin kendi koşullarına ve tarihsel arka planına göre farklıklar sergileyen politika yapma yöntemidir.

Batı Avrupa bağlamında sol popülizm, neoliberalizme karşı tepkileri, alt ve orta sınıfların toplumsal zenginliği elinde bulunduran azınlığa karşı, sağ ve sol ayrımını aşacak söylemlerle örgütleyecek solun stratejik söylemi olarak tanımlanmaktadır . Böylelikle sözde sistem karşıtı sağ partilerin kitleler üzerinde hakim olması engellenerek, sağ seçmen kazanılabilecektir.

Çevredeki, ezilen ülkelerdeki tanımıysa, emperyalizme karşı toplumunun büyük kesimini ulusal ve halkçı ilkeler temelinde bir araya getirecek politik stratejilerdir. En bilinen örneği, Chavez, Morales, gibi Latin Amerika’da ortaya çıkan modeldir.

Sol popülizm kavramı kendi içinde homojen bir tanım sunmasa da, ülkemizdeki anti emperyalist mücadeleye iz düşümü olduğunu görmek mümkündür

Eğer sol popülizmden söz edilebilinirse, ülkemizde kendi devrimci geleneğine dayanarak, ‘sağ, sol yok vatan var’ söylemiyle halkçıları, milliyetçileri ve sosyalistleri birleştirme programını yaratarak emperyalizme direnme modelini dile getiren Vatan Partisi, bu siyasetin en güçlü temsilcisidir. Bugün dünyada yükselen sol popülizmin stratejisini yıllar önce Vatan Partisi dile getirmiştir.

Siyasi manipülasyonlar ve kumpaslarla Vatan Partisi’nin sistem tarafından baskılanmaya çalışılmasıyla, toplumdaki ezici ABD ve neoliberalizm karşıtlığının politik kuvvet olması engellenmiştir. Böylelikle ülkemiz iki neoliberal parti arasında sıkışmıştır. Yaşadığımız siyasi krizin nedeni bu noktada düğümlendiği gibi, ‘Kızıl Elma’nın yeniden gündeme gelmesi bu arayışın sonucudur.

Emperyalizme karşı bağımsızlık savunulurken, toplumsal eşitliği ve halkın egemenliğini yeniden tesis edecek demokratik taleplerle parlamenter sistem ve hukukun üstünlüğü tekrar sağlamlaştırılır. Böylelikle cumhuriyetin dayandığı kamucu ekonomi ve siyasi kurumlar yeniden canlandırılabilir.

Seçim sonrası süreçte ortaya çıkacak krizde, Vatan Partisi politik sınırları yeniden inşa edebilecek harekettir. Bu sebeple, ‘eski’ ve ‘yeni’ mahalle tartışması yerine, her iki mahalleden yükselen sistem karşıtı tepkileri örgütleyerek, gerçek ‘Türkiye İttifakını’ yaratabilir.

Aksi halde dün Genç Parti, bugün İyi Parti, yarınsa Abdullah Gül- Davutoğlu’nun kuracağı parti, kitlelerin tepkisinin yeniden sistem içinde soğutulmasına neden olacak, Türkiye büyük bir tarihi fırsatı, devrimci dönüşüm şansını kaçırmış olacaktır.