24 Kasım 2024 Pazar
İstanbul
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Postmodern darbe saçmalığı

Atakan Hatipoğlu

Atakan Hatipoğlu

Gazete Yazarı

A+ A-

28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınan kararların üzerinden neredeyse çeyrek yüzyıl geçmesine rağmen bu olguyu kavramsallaştırmayı beceremeyen bir düşünce dünyamız var. Koca koca aydınlar bugüne kadar bu olguyu “postmodern darbe” diye saçma sapan bir etiketleme ile adlandırmayı yeterli buldular.

Olguları kavramlar aracılığıyla tanımlıyoruz. Kavramsallaştırma sayesinde olguları anlaşılabilir kılıyoruz. Ancak bazen iyi tanımlanmamış kavramlar olguyu anlaşılmaz hale getirebiliyor. Bu nedenle kavramsallaştırma ile etiketlemeyi birbirinden ayırmak gerekiyor. Sıradan bilinç, olguları kendi önyargılarına uygunluğu ölçüsünde etiketleyerek “anlamaya” çalışır. Çoğu kez kendi kültürel değerleri açısından anlamlandırmayı başarır ama nesnel olarak açıklamayı başaramaz.

Darbe, ordunun hükümeti devirerek yönetimi fiilen eline almasıdır. Bir darbe çeşitli şekillerde nitelenebilir. Sert/yumuşak, kanlı/kansız vb darbelerden bahsedilebilir. Ama hepsinin yüklemi darbe olduğu müddetçe anlaşılacak olan şey, askerlerin hükümeti görevden uzaklaştırarak yönetim görevlerini üstlenmeleridir. İsterseniz “darbe olmayan darbe” deyin, sonuç olarak vurgunuz ordu ile hükümetin yer değiştirmesinedir.

Postmodernizm, güzel sanatlardan sosyal bilimlere pek çok alanda kendine özgü görünümler üzerinden tanımlandı. Ancak ordunun yönetime el koyması eylemi olarak darbenin postmodern biçimi hiçbir yerde tanımlanmadı. Niteleme sıfatı olarak postmodern sözcüğünün kullanıldığı bir darbe, ordunun yönetime el koyup hükümet görevini üzerine almasının nasıl bir türüdür, kendine özgü ne gibi özellikleri vardır soruları hiç sorulmadı ve cevaplanmadı. Bu nedenle kavramsallaştırılmadı ve bir önyargı etiketi olarak Türk düşünce dünyasının sığlığının alamet-i farikaları arasındaki yerini aldı.

Oysa 28 Şubat 1997’de teknik olarak ordu yönetime el koymadı. Sonraki aylarda hükümet görevine devam etti. Başbakan Erbakan, Refah Partisi ile DYP arasındaki koalisyon protokolü uyarınca o yılın Haziran ayında istifa etti ve Cumhurbaşkanı Demirel’den hükümeti kurma görevinin Tansu Çiller’e vermesini talep etti. Demirel, orduda ve toplumdaki gerilimi dikkate alarak Erbakan ve Çiller’in beklentilerine cevap vermedi.

Şu durumda 28 Şubat ve sonrasında her şeyin olağan olduğunu mu söylemeliyiz? Şüphesiz hayır, o dönemde olağanüstü bir şeyler oldu. Genelkurmay Başkanlığı Milli Güvenlik Kurulu’na devrim kanunlarının uygulanması talebi ile geldi ve hükümeti buna uyma yönünde zorladı. Ordu batı destekli irticayı iç tehdit kabul etti ve milli güvenlik konseptini yenileyerek iç tehdidin dış tehditten daha öncelikli hale geldiğini kabul etti. Ordu gazetecilere brifingler vermeye başladı. Aczmendiler ve Fethullahçılar gibi grupların üzerine gidilmeye başlandı. Fethullah Gülen ABD’ye kaçtı. Türk siyasetinde ordunun yönlendirici rolü arttı. Batı destekli irticaya karşı mücadele Refah Partisi tarafından “Müslümanlara açılmış bir savaş” gibi algılandığı ve bu gruplara dini dayanışma duyguları ile siper olunduğu ölçüde -ki başından beri böyle olmuş, RP kendisini batı destekli irticadan ayırma yönünde hiçbir hassasiyet göstermemişti- askeri baskı bu partiyi de hedef aldı. İşte bu noktada 28 Şubat’a darbe etiketi vuruldu.

Gerçekte ordu hükümetin yerine geçmemişti. Ancak hükümet üzerindeki askeri baskılamaya darbe adını vermek, olguyu açıklamak yerine belirli bir kültür evreni içinden anlamlı kılmak siyaseten arzu edilen bir durumdu. . Bu nedenle postmodern darbe etiketi hızla sahiplenildi ve dolaşıma sokuldu. İşin tuhafı, başta da söylediğim gibi, bu saçmalığın bilim insanları ve aydınlar tarafından bile sorgulamaksızın kullanılması oldu.

O halde bu olay başından beri nasıl kavramsallaştırılmalıydı?

Bir rejim, bir kez kurulduktan ve kurumsallaştıktan sonra, orduyu gündelik siyasa’dan (policy) uzak tutar. Ancak her ordu, onu kuran rejimin korunması için vardır ve kurumsal anlamda siyasaldır. İdeoloji üstü bir ordu, anayasa ya da devlet kurumu yoktur, olması düşünülemez. Her ordu gibi Türk ordusu da kendi ülkesinin anayasal/kurumsal niteliğinin yani rejimin silahlı gücüdür. Rejimin niteliği anayasal olmayan yollardan zorlanmaya başladığında, bütün devlet kurumları ve toplum kesimleri gibi ordu da mukavemet gösterir. Bu nedenle Türkiye’de ordu-siyaset ilişkilerinin niteliğini, daha çok Türk siyasal seçkinlerinin ortak ideolojik –dolayısıyla anayasal- değerler üzerindeki oydaşma derecesinin düşüklüğü bağlamında değerlendirmek gerekir. Türkiye’nin yakın tarihinde ordunun gündelik siyaset ile (siyasa) görece daha fazla ilişkili olmasının nedenleri, siyasal güçlerin ideolojik tercihleri ile ülkenin kurucu ideolojik değerleri arasındaki çelişmelerde aranmalıdır. Bu açıdan bakıldığında 28 Şubat süreci yükselen batı destekli siyasal İslam’a karşı rejimin korunması ile ilişkilidir.

28 Şubat olayı ordunun hükümet karşısında -darbeye kadar gitme ihtimalini örtülü olarak içeren- anayasal bir koruma duvarı örmesi ve hükümeti belirli bir yönde hareket etmeye ittirmesi anlamında bir ‘askeri baskılama’ (military repression) olayıdır. Türkiye’de ordu ve siyaset ilişkilerinin niteliği, siyasal rejimin ideolojik hegemonya yetenekleri anlaşılmadan ve siyasal aktörlerin aralarındaki çelişkilerin niteliği doğru tespit edilmeden anlaşılamaz.