29 Eylül 2024 Pazar
İstanbul 21°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Psikolojik savaş ve gerçeklik

Fikret Akfırat

Fikret Akfırat

Gazete Yazarı

A+ A-

Psikolojik savaş, emperyalizm çağının icadı olan Özel Savaş’ın can damarıdır. Savaşı kazanmak isteyen taraf, öncelikle düşmanının iradesini teslim almaya çalışır. Bugün dünyada en etkili psikolojik savaş aracı olan her türden medyanın kontrolü büyük ölçüde emperyalizm ve siyonizmin elindedir.

Uluslararası haber ajanslarından, tarafsız görünen yerel medyaya uzanan zincirde fonlarla sağlanan bir bağımlılık ilişkisi yıllar içinde kurulmuştur. Aynı zamanda medya endüstrisi ile silah sanayi ve bilişim sektöründeki tekellerden, onlarla işbirliği içindeki yerel sermaye gruplarına uzanan iç içe geçmiş bir mekanizma işlemektedir.

Bu mekanizma sayesinde dünyanın dört bir yanında, Atlantik müttefiki, karşıtı ya da ortada olan ülkelerde psikolojik savaşın etkili sonuçlar vermesi sağlanabilmektedir.

Sonuçta, dünyanın dört bir köşesindeki ana akım medya organlarında Çin, Rusya, İran, Venezuela, Yemen, Filistin gibi devletler düşman, bulundukları ülkelerde yönetimlerde bulunan Ensarullah, Hamas, Hizbullah, Haşdi Şaabi gibi örgütler terörist, Putin, Xi Jinping, Maduro gibi liderler de “otokrat” olarak yaftalanmaktadır.

Unutmayalım, Atlantik’in menfaatine aykırı her adımında Erdoğan da aynı muameleye maruz kalmaktadır.

TÜRKİYE’DE DURUM

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Atlantik kampına iltihak eden Türkiye’de de yıllar içinde benzer mekanizmalar işlemektedir. Sermayeden, bürokrasiye ve medyaya kadar çok geniş bir kesim Atlantik tapıcılığı ve Batıcılık virüsünün etkisi altındadır.

Buna, son dönemdeki çatışmaların tarafı olan güçlerin özel konumu nedeniyle “mezhepçi” bakış açısı da eklenmiştir. “Mezhepçi”ler ABD ve İsrail ile İran ve Hizbullah’a karşı aynı konumda buluşmaktadır. Tıpkı, sözde milliyetçilik adına ABD’nin yanında PKK ile Suriye’ye, Rusya’ya, Çin’e, İran’a karşı saf tutanlar gibi, onlar da kullanışlı eleman olarak her hassas aşamada sahneye fırlamaktadır.

Açın bakın medya organlarını, sabahtan akşama kadar İsrail’i eleştiriyormuş gibi görünen siyonizm propagandası ile doludur. İsrail’in Gazze’ye ya da Lübnan’a bombardımanı, siyonist kabinenin gövde gösterisi olarak tertiplediği görüntüler eşliğinde servis edilir.

Olay bölgelerine gönderilen canlı yayın ekipleri, sizin bulunduğunuz yerden takip edebileceğiniz uluslararası ajansların bilgilerini tekrar eder durur her bağlantıda. Ya da, ABD ve İsrail’in gerçekte yaşadığı somut başarısızlıklar üzerine herhangi bir yerel ya da uluslararası uzmanın değerlendirmesine rastlamak mümkün değildir.

SAFLAR NET AMA ANKARA TUTARSIZ

Bugün dünyada saflaşma hiçbir tereddüde yer bırakmayacak ölçüde nettir. Bir yanda ABD’nin başını çektiği Atlantik İttifakı, İsrail’e verdiği kuvvetli destekle dünyayı savaşa sürüklerken, dünyanın geri kalanı buna itiraz etmektedir.

Atlantikçiler, NATO başta olmak üzere her türden vasıtasıyla “düzen bozucu” güç oldukları için Rusya, Çin ve İran’a karşı savaş planları yapmaktadır. Rusya, Çin ve İran ise bu tehdit karşısında kendi toprak bütünlüklerini savunmaya yönelik tedbirler almaya çalışmaktadır.

Türkiye bu saflaşmada özgün, benzeri bulunmayan bir konumda yer alıyor. Atlantik çukurunda devleti çözülen, milleti dağılma süreci yaşayan Türkiye’nin kendisi de Atlantik’in hem ekonomik hem de askeri kuşatması altında bulunmaktadır.

Erdoğan yönetiminin sürekli salınım halindeki siyaseti, potansiyel müttefiklerinde güvensizlik yaratmakta, Atlantik’e ise kuşatmayı ağırlaştırma fırsatı sunmaktadır. Bu siyaset, Türkiye’ye ve dünyaya karşı yürüttüğü Özel Savaş’ta ABD’ye önemli kazançlar sağlamaktadır.

emperyalizm Siyonizm Savaş Atlantik Türkiye