22 Aralık 2024 Pazar
İstanbul
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Mersin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Puşkin’in gölgesinde

Ferhan Bayır

Ferhan Bayır

Eski Yazar

A+ A-

Her roman, yazarın kendi geçmişine yaptığı bir yolculuk gibidir. Romanın konusu yazarın yaşamından yansımalarla bezelidir, yaratılan karakterler yazarın kişiliğinden çizgiler taşır. Romanda bu çizgiler ya yüce bir dağın gölgesi gibi kendisini hissettirir ya da suyun üzerinde parlayıp birden kaybolan güneş ışınları gibi okurun gözünü kamaştırır.

Rus edebiyatının en önemli özgünlüklerinden biri, romanların kurgusundan karakterin oluşturulmasına kadar kendisini belirgin şekilde hissettiren otobiyografik unsurdur.

Puşkin’den Gorki’ye Rus edebiyatında yazarın romanıyla bu denli iç içe geçmesinin birçok nedeni vardır. Rusya’nın engin steplerinden, Moskova’nın karanlık sokaklarına, Petersburg’un havasız tavan aralarına kadar baskıcı çar rejimine karşı Rus insanının var olma, kişiliğini yaratma kavgası en başta sıralanabilir.

Dostoyevski, Yeraltından Notlar eserinde, kahramanının Petersburg’un kaldırımında durup bir askere yol vermemesini anlatırken aslında, bu bireysel var olmayı, kişiliğin bilincini ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.

Yazarın, yarattığı karakterlerle birlikte var olma savaşıdır Rus edebiyatında bu otobiyografik unsuru öne çıkaran.

Bunun en çarpıcı örneklerinin başında Tolstoy’un Anna Karenina eserinde yarattığı Levin karakteri gelir. Tolstoy’un kamusal hayatta temsil ettiği tüm politik ve ahlaki ilkeleri bir anlamda Levin karakteriyle dile getirilir. Tolstoy, Levin karakteriyle görüşlerini topluma sunarken, tüm çelişkilerini, açmazlarını da açıkça gösterir.

Batı kanonunda estetik bir kusur olarak nitelendirilen bu özellik sayesinde, Rus edebiyatı hiçbir dünya edebiyatının başaramadığı estetik derinliğe ulaşarak, toplumsal gerçekçiliğin en yetkin örneklerini yaratabilmiştir.

Rus yazarları, topluma yönelttikleri keskin eleştirinin sivri ucunu kendilerine batırmakta tereddüt etmedikleri için, yaşadıkları dönemi bütün yönleriyle kanlı canlı betimleyebilmiştir.

19. yüzyılın bu büyük yazarları başta Rusya’nın ve dünyanın kaderini değiştirmek için kalemi ellerine almışlardı. Çürümüş çarlık rejimi yerine yeni bir toplum kurma misyonuyla eserlerini yazmışlardı.

Bundan dolayı Puşkin’den Gorki’ye kadar Rus edebiyatının en büyük yazarlarının eserleri birer ahlaki manifestodur. Özlemini duydukları dünyayı düşlerken, yarattıkları karakterde her zaman ‘peygamberce’ bir havanın kendisini hissettirmesinin nedeni budur.

Rus edebiyatının kurucusu Puşkin ile yazarın kendi karakterleriyle iç içe geçmesi kendisini güçlü biçimde hissettirmeye başlamıştır. Puşkin’in eserlerindeki karakterler, tıpkı bir dağın gölgesinin steplerin üzerini boylu boyunca kaplaması gibidir.

Yevgeni Onegin, Puşkin gibi bocalamakta, hayatta amacını ve toplumdaki konumu sorgulamaktadır. Bakır Atlı’da ise Yevgeni, Dekabrist Ayaklanmasını destekleyen, despotizmi yıkıp özgür ve demokratik bir Rusya kurmak isteyen Puşkin gibidir, yumruklarını sıkıp Büyük Petro’nun anıtı önünde meydan okur: “Daha hesaplaşmadık.”

PUŞKİN TEPESİ’NDEKİ YALNIZLIK

Çağdaş Rus edebiyatının önemli temsilcilerinden Sergey Dovlatov’un eserlerinde de bu otobiyografik geleneğin izleri gözlemlenebilir. Özellikle Dovlatov’un Puşkin Tepeleri eseri bir anlamda yazarın ‘en şahsi’ romanıdır.

Şüphesiz Dovlatov ve kuşağı bu geleneği daha başka biçim ve ruhla devam ettirmesine rağmen, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonraki kuşak, böylesine güçlü ve insanı sarsan havadan yoksundur.

Puşkin Tepeleri’nde Boris Alihanov karakteri henüz hiçbir kitabını yayımlatmayı başaramamış, beş parasız, ailesiyle ilişkileri alt üst olmuş, alkol probleminin üstesinden gelmeye çabalayan bir yazardır, tıpkı Dovlatov gibi.

Bütün bu sorunlarının üstesinden gelerek hayatını yeniden düzene sokmak için çabalarken kendisini bir zamanlar Puşkin’in sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldığı yerde, Puşkin Tepesi’nde bulur.

Dovlatov buraya kendi isteğiyle gelmiştir, ‘gönüllü’ bir sürgündür. Puşkin Müzesi’nde rehberlik yaparak hayatını kazanmaya çalışırken yazar, turistlere Puşkin’i anlatırken Puşkin’i daha yakından tanımaya başladığını fark eder.

Dovlatov’un da Puşkin gibi “borçları ve devletle kötü ilişkileri vardır. Karısıyla başı derttedir.” Yazar kitabın birçok yerinde kendi yaşamından kesitleri Puşkin’in yaşamıyla paralellikler kurarak yansıtır.

Ne var ki bütün mekânsal aynılık, özel hayatta yaşanan sıkıntıların benzerliğine rağmen iki yazar arasında temel bir ayrım kendisini hemen göstermektedir: İnsan ne için yazar?

İRADESİ KIRILAN MODERN YAZAR

Dovlatov ve kuşağında ise sanatın ve sanatçıların temsil ettiği değerler adına meydan okumaktan çok, salt var olma, hayata tutuma, ayakta kalma mücadelesi vardır.

Toplumsal yaşamın aktörleri, yaşadıkları dönemde eylem içinde politik tavır alan büyük toplumcu yazarlardan farklı olarak, çağdaş Rus yazarları hayatı seyirci gibi izlemişler ya da izlemek zorunda kalmışlardır.

Bir anlamda gerçek hayatın çelişkileri karşısındaki pasif durumları, romanlarındaki karakterlerine de yansımıştır. Karar almakta zorlanmak, sorunlarının üstesinden gelme iradesi gösterememek romandaki karakterdeki genel bir özelliktir.

Dovlatov da bu durumun farkındadır: “Hayat boyu her türden aktif eylemden nefret etmişimdir. ‘Aktivist’ sözcüğü benim için hareket çağrışımı yapar... Atılan her kararlı adım sorumluluk yükler insana. Öyleyse başkaları sorumlu olsun. Eylemsizlik, biricik ahlaki durumdur.”

Kuşkusuz, hayata karşı eylemsizliğin trajik nedenleri bulunmaktadır. Neredeyse bir yüzyıl boyunca romanlarında insanlığın en soylu ideallerini yeşerten, 1917 Ekim Devrimi’nde bu hayallerin gerçekleştirmek için büyük bedeller ödeyen toplum kendisini Brejnev’in çürümüş bürokratik çarklarında ufalanırken bulmuştu.

Büyük hayallerin yıkılması, kaybolan ütopyalardan sonra edebiyatın içeriği de yıkılmıştır.

“Sözcükler tepetaklak olmuş. İçerikleri dökülmüş içlerinden. Daha doğrusu, içerik diye bir şey yok ortada” derken Dovlatov da bir anlamda bu bunalımı yaşadığını belirtmektedir.

Büyük toplumsal amaçlarından yoksun kalan, edebiyatın sözcükleriyle birlikte üslubu da dökülmeye başlar.

Gogol’un miras bıraktığı keskin, eleştirel hiciv geleneği de gündelik yaşamının sıradanlığı içinde salt alaycı bir biçime dönüşür. Büyük ahlaki söylemler, midesinden konuşan karakterlerin nihilist sayıklamalarına dönüşür.

BATI KIYISINA SÜRÜKLENİŞ

Büyük insanlık idealleri için sürgüne gönderilen Puşkin ile toplumsal sorumluluklarından kaçmak için kendisini toplum dışında sürgün eden Dovlatov arasında keskin ahlaki ve estetik ayrım kendisini gösterir.

Dovlatov’un trajedisi, Mihaylovskoye’deki Puşkin’in evinde her gün Puşkin’in temsil ettiği değerlerle yüz yüze gelerek, bu değerlerin altında ezilmesidir.

Dovlatov, “Puşkin’in edebiyatı, ahlakın üstündedir. Ahlakı yener ve hatta onun yerini alır. Onun edebiyatı duayla, doğayla hısımdır” derken sanatsal yaşamının bilinç sorunu değil, tercih olduğunu dile getirmiş olur.

Rus edebiyatının dizginlenemez adalet arayışından uzaklaşıp, eylemsizlik içine hapsolan birçok çağdaş Rus yazarının sonu gibi Dovlatov da Batı’nın kıyılarına sürüklenmiştir. Dovlatov 1978 yılında ABD’ye göçe eder.

İlk öykü kitabı Görünmez Kitap’ın prova baskıları KGB emriyle toplanıp imha edilir. Yazdıkları gizlice basılıp el altından dağıtılır, daha sonra Avrupa’da önemli dergilerde yer alır. Bunun üzerine 1976 yılında Sovyet Yazarlar Birliği’nden ihraç edilir.

ABD’ye göç etmesinden sonra Dovlatov’un eserleri önce Rusça sonra İngilizce olarak peş peşe yayımlanmaya başlar. Nabokov ve Brodski’ye yer veren The New Yorker bu kez Dovlatov’a yer verir.

1980 yılında haftalık Rusça Novi Amerikanets (Yeni Amerikalı) dergisini kurar. Dovlatov kısa ömürlü bu dergisini, diğer Rus göçmenlerinden farklı olarak, kaba Sovyet karşıtlığından uzak tutmaya çalışır. Bundan dolayı birçok göçmen Rus aydınının eleştirisine maruz kalır.

Hayattayken hiçbir eserinin Rusya’da basıldığını göremedi Dovlatov. Puşkin Tepeleri, Dovlatov’un vatanında, Petersburg’da yayınlanan ilk eseridir.