18 Kasım 2024 Pazartesi
İstanbul 12°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Puşkin'in yıkılmaz anıtı önünde

Seyyit Nezir

Seyyit Nezir

Eski Yazar

A+ A-

Nice patikalardan, tozlu ve taşlı yollardan geçerek modern felsefeyle kesişmeler yakalayan Rus düşüncesi, Büyük Petro'nun oluşturduğu coşkulu ilerleme yönelişinin daha ilk atılımlarında Batı düşüncesinden esinlendiği kadar, onunla uyumsuzluklar içeren bir düzlemde gelişiyordu. Fransa'da aydınlanmanın açtığı çığırda devrimci özün gitgide kabuk tuttuğu politikleşmeleri Rusya'nın ilerleme tutkusuna halkçılık mayası çalarak üstlenen aydınlar, kısa sürede Büyük Petro'nun iktidar ve kalkınma ufkunun ötesine geçmeyi de başarırlar: Yalnızca Çernişevski ve izindeki sosyalist -ve Marksizme açık- düşünürler değil, tarihe ve dine güçlü bağlarla yaslanan Solovyev çizgisindeki düşünür ve aydınlar bile çarlığın kalkınmayla sınırlı siyasal özgürlük programına aykırı tutum izlemekten çekinmediler. Hemen bütün düşünürler, Rusya'da modern toplum ve bireyin oluşumunu Doğu - Batı çatışmasının merkezinde tutarak tartışıyor, başta Kant ve Hegel olmak üzere, Alman felsefesinin olduğu kadar, evrensel düşüncenin de en önde gelenlerinden esinlenmekle kalmayıp onunla hesaplaşarak çağın hem sorunlarını hem önerilerini, gerek Rusya gerek Batı çapında içselleştirebiliyordu.

PUŞKİN'İN ÖNCÜLÜĞÜ

Felsefedeki engin ve derin çatışmalar, edebiyatta daha önden ve keskin bıçaklarla işliyor olsa da, “Hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık!” diyen Dostoyevski, son çözümlemede Rus edebiyatının ayrışık yapısının bütünlüklü bir gelişme izlediğini vurgulamakta haklıdır. Öte yandan felsefeyle bağlarını hiç koparmaksızın, dahası başından beri onu esinleyerek ilerleyen bu sürecin kaynağı, tanımını Gogol'un “Puşkin, olağanüstü bir olaydır” saptamasında bulur. Dostoyevski'yse mistik tutumunu koruyarak da olsa, kökleri Gogol'dan geriye uzatırken, “Puşkin bize gelecekten haber veren bir ermiştir” değerlendirmesiyle, modern Rus edebiyatının oluşmasına en büyük katkıyı Puşkin'in sağladığını belirlemiş olur. Puşkin; Ataol Behramoğlu'nun çok önemli kitabında gösterdiği gibi, Rus halk ruhundaki düşün ve sanat birikimini, Rus aydınlarının önünü açan arayışlar ve klasik Batı edebiyatıyla buluşma zemininde gerçekçilik çizgisine taşıyan öncüdür.

HALKLAR HAPİSHANESİNDE ÖZGÜRLÜK

Dünyanın en geniş ülke coğrafyasında, Lenin'in tanımıyla, "halklar hapishanesi"nde egemenliğini içe ve dışa dönük amaçlar doğrultusunda mutlak kılma programı izleyen çarlıkla savaş, Genç Osmanlıların Abdülhamit despotizmine karşı verdikleri mücadeleden çok daha çetin koşullarda sürmekte, Rus intelijansiyası yaratma özgürlüğü için çarlığa karşı sürdürdüğü hem yaşamsal hem estetik varoluş kavgasını kendi öz ortamında da -Turgenyev'in Tohum ve Toprak kitabında sergilediği gibi-, en sert ve acımasız düşünsel ve sanatsal tartışmalarla vermektedir. Evrensel değerlerle yerel değerler arasında yer yer uzlaşmazlığa varan gerilimi aşma çabalarına, Plehanov'un geliştirdiği temelde, politik yaklaşımın yanı sıra entelektüel düzeyde de Marx'ın kavrayışını aratmayan yetkin bir düşünsel içerik ve söylemle katılan Lenin'in ulusal kültür ve gurur ilişkisi üstüne belirlemeleri ise çarpıcı biçimde Fransız sosyalist önderi Jean Jaurès'nin vurgusuyla çakışır: "Yurtseverliğin azı enternasyonalizmden, enternasyonalizmin azı yurtseverlikten uzaklaştırır." Gerçekten de ulusal sorunun enternasyonal ilkelerle ve devrimci doğrultuda çözümlenmesinde Lenin'in titizliği azımsanamaz.

YENİ ORTAÇAĞ'DA DURUM

Son yüz yıllık tarih, emperyalizmin insanlığa hem genel savaşlarla hem de sözüm ona barışçıl süreçlerde kesintisiz kan kusturduğu olaylarla doludur. ABD'nin Ukrayna'da Rusya'yı kimyasal gaz üretimi ve Neonazi katliamlarıyla tehdit ettiği bir süreçte birçok aydın, Putin'in Ukrayna'ya girmesini kıyasıya eleştirdi. Ataol Behramoğlu da yazdığı mektupla Putin'e karşı sert bir tutum sergiledi. Ancak yaşadığımız dönem, mikro milliyetçilikleri bizzat emperyalizmin azdırdığını, ulusal bağımsızlık savaşlarının emperyalizme darbe vurduğu dönemlerin geride kaldığını, tam tersine bağımsız ülkelerin emperyalizme yandaş etnik terörle tehdit edildiği olgularla yüz yüzeyiz.

Gerçek şu ki, Hitler'in işgal ettiği hiçbir ülkenin halkında Goethe'yi aşağılayıcı bir tutum görülmemiştir. Yine ABD'nin işgallerinde halklar, bırakın Whitman'ı ya da Steinbeck'i reddetmeyi, Batı'nın demokratik kültür birikimini sahiplenerek emperyalizmle savaşmıştır.

Avrupa'da Tolstoy ve Dostoyevski'yi yasaklayanların demokrasi ve kültürle ne ilişkisi olabilir. Kiev'de Neonazi dazlaklarıyla işbirliği ederek Puşkin anıtını yıkanlar, yerine Stephen King'in anıtının yapılmasını isterken zerrece ulusalcı bile değiller; ne gaflettir ki, Yeni Ortaçağ'da emperyalizmin kültür sözcülüğünü üstlenmişler. Oysa Puşkin asıl yıkılmaz anıtını insanların bilincine ve ruhlarına sözcüklerle nakşetmiştir.

Avrupa