22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 17°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Putin'in dünyası

Onur Sinan Güzaltan

Onur Sinan Güzaltan

Eski Yazar

A+ A-

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, yakın döneme damga vuran liderlerin başında geliyor.

Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak dağılmış olan Rusya’yı toparlayan Putin, dış politikada ise Moskova’yı tekrar dünyanın merkezi haline getirmeyi başardı. Türkiye ve Rusya arasında ilişkilerin derinleştiği, iki ülkenin aynı yola girdiği içinden geçtiğimiz süreçte Putin’i anlamak, iç ve dış siyasetteki yönelimlerini tahlil etmek, hiç olmadığı kadar yakıcı bir gereksinim arz ediyor.

Putin’in geçtiğimiz hafta Financial Times’a verdiği röportaj, Türk medyasında birkaç yazı dışında dikkate alınmamış olsa da, Rus Devleti’nin bugüne bakışı ve gelecek öngörüsüyle ilgili önemli ipuçları barındırıyor.

KÜRESELLEŞME KİMİN LEHİNE?

İmparatorluk mirasına yaslanan, Sosyalist tecrübe üzerinden dünyaya farklı bir yaşam ve ekonomi modeli sunma iddiası ortaya koyan Sovyetlerin çöküşü sonrasında, Rusya, Atlantik merkezli küreselleşme saldırısının ana hedefi oldu.

Uluslararası tekellerin insanlığın üzerine adeta bir kene gibi çöktüğü bu düzen, halklara ise bölünme ve kültürel tek tipleşmeyi dayattı.

Putin ise küreselleşmeye farklı bir açıdan yaklaşıyor ve sonuçlarıyla ilgili, içinde ABD’ye yönelik diplomatik hamleler de bulunan şu değerlendirmeyi yapıyor;

“1990’larda başlayan küreselleşmeden kimin çıkarı olduğuna dair fikir sunan oldu mu? Çin, küreselleşmeyi milyonlarca Çinliyi fakirlikten kurtarmak için kullandı (...) ABD’de şirketler, ortakları ve yöneticileri küreselleşmeden çıkar sağladı. Fakat orta sınıfın, küreselleşmeden bir çıkarı olmadı. Pasta bölündüğünde, kendilerine bir şey kalmamıştı.”

Putin, orta sınıf vurgusu üzerinden Trump’a üstü kapalı destek mesajı vermeyi de ihmal etmiyor; “Trump’ın ekibi, seçim kampanyasında şevkle bu gerçeği (küreselleşmenin orta sınıfa zararları) kullandı. Trump’ın zaferinin arkasında yabancı parmağı aramaktansa, bu gerçeğe bakmalısınız.”

Rus liderin, küreselleşme ve Trump’ın siyasetleriyle ilgili açıklamalarını iki şekilde değerlendirebiliriz:

1- Trump’ın küresel liderlikten vazgeçen siyasetlerini desteklemek suretiyle ABD’nin Avrupa ve Asya’dan çekilişini hızlandırma ve Rusya’ya alan sağlamak.

2-Trump’ın, Rusya’nın da çıkarlarını tehdit eden küreselleşme yanlısı tekellerle çatışmasına verilen destek.

Putin’in, Trump’a verdiği desteği farklı boyutlarıyla ele almadığımız sürece, Trump’ı düzen karşıtı ilan edip kahramanlaştırma veya Rusya’nın derinlikli siyasetini idrak edememe gibi yanlışlara düşebiliriz.

ÇİN, YUMURTALAR VE SEPETLER

Putin’in, Financial Times röportajının bir diğer çekici bölümü ise Çin’le ilişkiler konusunda verdiği cevaplar.

Putin ve Xi Jinping, Stalin ve Mao’nun dolaylı düşmanlık siyasetinin tersine, iki ülke arasındaki ilişkileri üst seviyelere doğru taşıyorlar.

ABD’nin “tersten pinpon diplomasisi” uygulayarak, Rusya’yla yakınlaşma suretiyle Çin’i yalnızlaştırma siyasetini boşa çıkaran Putin, Mayıs ayında Pekin’de düzenlenen Kuşak ve Yol Zirvesi’nde yaptığı “Çin’in eylemleri, Rusya’nın planlarıyla mükemmel bir şekilde örtüşüyor” açıklamasıyla, ittifak iradesinin altını çizmişti.

Putin Financial Times’ın “Çin sepetine fazla yumurta mı koyuyorsunuz?” sorusuna verdiği, diplomatik incelik içeren cevapla, MoskovaPekin hattının kurulduğunu ilan ederken, ABD’yi
de rahatlatmaya çabalıyor: “Birincisi, yeterli sayıda yumurtamız var fakat bu yumurtaları koyabileceğimiz sayıda sepetimiz yok. İkincisi, riskleri her zaman değerlendiriyoruz. Üçüncüsü ise Çin’le ilişkilerimiz fırsatçılık üzerine kurulu değil. Bir şeye katılmamıza veya siyasetimizi bir şey karşıtlığına indirgememize gerek yok. Rusya ve Çin, siyasetlerini herhangi birine karşı yöneltmiş değiller. Biz kimseye karşı değiliz, biz kendi tarafımızdayız.”

Putin, Rusya-Çin ilişkilerini provoke etmeye yönelik, “Çin’in silahlanmasından korkuyor musunuz?” sorusunu da, “Çin silahlanmaya 117 milyar dolar, ABD ise 700 milyar dolar harcıyor. Dünyayı Çin’in silahlanmasıyla mı korkutmaya çalışıyorsunuz?” cevabıyla tersyüz etmiş oldu.

Putin’in, genel Çin siyaseti ve son açıklamalarını bir arada değerlendirdiğimizde şu sonuçlara varıyoruz:

1-Putin, Çin’le işbirliğini, ortak çıkarlar noktasında derinleştirme siyaseti izliyor,

2- Pekin’le işbirliği yaparken, ABD’yi karşı cephede konumlandırmamaya dikkat ediyor.

3- Washington ve Pekin arasında olası bir kriz durumunda, iki dev arasında taraf olmadan, arabulucu role soyunabilecek kadar pay bırakan, esnek bir diplomasi sürdürmeye özen gösteriyor.

Batı Asya ve Kuşak Yol Projesi gibi konularda, Putin’in, Çin’le ilişkilerdeki çizgisine, en azından ana hatlarına hakim olmak, Türkiye’nin siyaset geliştirmesine yardımcı olacaktır.

KURULU DÜZEN VE DEMOKRASİ

Batı’nın, yıllardan bu yana Doğu’ya ve dolayısıyla Rusya’ya karşı da kullandığı en büyük argümanlardan biri demokrasi oldu.

Batı tipi demokrasiyi, dünyanın merkezine oturtan bu siyasete karşı, Putin’in verdiği cevap, emperyalizmle mücadele ve yeni bir dünya kurmaya soyunan kuvvetlerce değerlendirilmeli: “Yakın bir zamanda, Fransa Cumhurbaşkanı, ABD’nin demokrasi modelinin Avrupa’dan farklı olduğunu ifade etti. Öyleyse, ortak demokrasi standartlarından bahsedemeyiz.

Ve, iyi bildiğiniz gibi Batılı dostlarımız, Libya’da, Avrupa ve ABD standartlarında bir demokrasi istiyor (...) fakat eminim ki, benimle hemfikir olacaksınız, hayatlarının hiçbir döneminde Fransa veya İsviçre kurumlarıyla yaşamamış Kuzey Afrika sakinlerine, örnek verdiğim ülkelerin demokrasi standartlarını empoze etmek mümkün değildir.

İnsanlara, bilmedikleri ve hiç duymadıkları bir şeyi kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bu durum, kabileler arası çatışmalara neden oluyor.

Keza Venezüella’da da aynı şeyi deniyorlar. Latin Amerika uluslarına, dışarıdan başkan atayarak, onları aşağılamanın ne anlamı var?” Putin, Batının tek tip demokrasi dayatmasını mahkum etmekle kalmıyor, liberalizm başta olmak üzere Batılı değerlerin iflasını da vurguluyor: “(Batıda) yönetici elitler halktan koptular (...) elitlerin ve çoğunluğu oluşturan insanların çıkarları arasındaki mesafe açıldı. Liberal fikir, amacından daha uzun süre ayakta kaldı. Batılı dostlarımızda, liberal fikrin, çok kültürlülük gibi bazı bileşenlerinin artık sürdürülemez olduğunu kabul ediyorlar. Özetle, Putin, Batı merkezli dünyanın siyasi, ekonomik ve sosyal olarak iflas ettiğini ilan ederken, Yeni Dünya’nın kuruluşunda, Çin’le ittifaka ağırlık veren fakat ABD’ye de kapıları tamamen kapatmayan bir siyaset izleyeceğinin sinyallerini veriyor. Putin’e henüz sorulmayan soru ise belki en önemlisi: “Sayın Başkan, Batı yıkılırken Yeni Dünya’nın hangi kültürel, sosyal ve ekonomik temellerde kurulacağını öngörüyor?”

Putin’in dünyası, daha uzun seneler insanlığın gündeminde yer bulacağa benziyor.

Karşısındakini aşağılamayı maharet sayan, farklı fikirleri dinleme ve yönetebilme becerisinden yoksun, dünyayı siyah ve beyazlara indirgeyen siyaset ve siyasetçilere ise kurulmakta olan Yeni Dünya’da yer olmayacağı aşikar.