Quaresma’nın maaşını Fenerli ödüyor
Özellikle son 15 yıldır yürütülen politikalarla tam bir sevgi toplumuna dönüştüğümüz aşikâr... Şahtık şahbaz olduk! Öte yandan, ekonomik olarak da uçup gittik, üstelik sosyal refah ve gelir dağılımında harikalar yaratarak...
Amma ve lakin, spor dünyası müthiş gelişmemize ayak uyduramadı. Bu durum, “Yeni Türkiye”ye yakışmıyordu. Bataktaki kulüplerin mali bilançosu, spordaki betonlaşma hamlesinin çok gerisindeydi.
Hovarda kulüplerin kasasına alenen para koymak, siyaseten doğru olmazdı. Oysa alacaktan vazgeçmek, affetmek, bağışlamak, iktidarın şanına şan katardı. Aynı kapıya çıkan bu yollardan ikincisini benimsedi AKP.
Havuzcular gibi, yandaş şirketler gibi, “uzlaşma” yolunu seçen spor kulüplerinin de devlete olan borçlarının üstü defalarca çizildi 15 yılda. Derken; Suriyeli sığınmacılar, Suriyeli savaşçılar, örtülü ödenekler, saraylar, uçaklar, makam aracı saltanatları, şehir hastaneleri, ciro garantili ihaleler gibi gibi savurganlıklarla kamudaki açık iyice büyüdü.
Orta vadede satılıp savılacak Cumhuriyet birikimlerine dair hazırlıklar devam ederken, kısa vadede gereken kaynak için gözünü halkın cebine dikti siyasi iktidar. Bunun en iyi yolu da dolaylı vergilere yüklenmekti malum. KDV, ÖTV gibi, vergi gelirlerinin yaklaşık 2/3’ünü oluşturan adaletsiz vergilere acımasız zamlar yaptı.
Bu, nesnel olarak şu anlama geliyor: Bir Galatasaraylı her alışverişiyle, canından çok sevdiği Fenerbahçe’nin kasasına üç kuruş bırakacak! Yani, Galatasaraylı Ahmet Fenerbahçeli Volkan Demirel’in, Fenerbahçeli Yalın Beşiktaşlı Quaresma’nın, Beşiktaşlı Oğulcan Galatasaraylı Muslera’nın maaşına her gün cebinden katkı sağlayacak!..
Demem o ki; taraftarların, kulüp borçlarına af geldiği zaman sevinmeleri gaflete delalettir. Ama olsun varsın; Fenerli, Gas’saylı, Beş’taşlı “Ak Partililer”, durmak yok oya devam!
ZORUNLU AÇIKLAMA
Yazılarımı izleyenler bilir; narsist yanım gelişmemiştir, kendimden söz etmem. İlkesel olarak bu sütunların, “Ben... Ben...”lerle harcanamayacak kadar değerli olduğuna inanırım. Lakin bugün, bir yanlışı düzeltmek için birkaç paragrafla bu alanı çar-çur edeceğim.
Ulusal basında ilk imzalı yazım, 1976 yılında yayımlandı. 1977’de Kurtul Altuğ’un çıkardığı, Sencer Güneşsoy’un yayın yönetmenliğini yaptığı haftalık “7 Gün” dergisine düzenli yorumlar, haberler yazmaya başladım. 11 yıl Cumhuriyet’te, kısa sürelerle Evrensel’de (Emek), Sözcü’de ve değişik yayınlarda sürdü bu iş, fazla ayrıntıya gerek yok.
2012 Mart’ında, doğrudan doğruya Aydınlık spor editörü Anıl Budak’la temasa geçtim, 27 Haziran’da ‘Ankaraspor Truva atı mı?’ başlıklı ilk yazım çıktı ve aynı gün gazetede bu yazıyı gören Metin Tükenmez beni arayarak, sevindiğini, kendisinin de Aydınlık’a geleceğini söyledi. Nitekim 3 ay sonra o da yazmaya başladı.
Tükenmez’i 1997’den beri tanırım. Dünkü yazısında, beni Aydınlık’a kendisinin getirdiğini belirtmek hatasına düşmüş. En iyimser yaklaşımla, bu aralar belleğinin zayıfladığını görüyorum.
Ezcümle; Çetin Susan’ı Aydınlık gazetesine, Metin Tükenmez dâhil hiç kimse getirmemiştir. Ayrıca 5 yıldır sesini bile duymadığım halde, benim adıma düşünüp “Aydınlık’tan ürkütüldüğüm” hükmüne varmış ki; külliyen yalandır! Sayın Tükenmez’i, hayallerinden gerçeğe, niyet okuyuculuğundan iletişime ve özgüvenini kontrole davet ediyorum.