Radyo Müzesi
Yalnızca kütüphaneler, kültür merkezleri açısından değil, aynı zamanda müzeler konusunda da, pek iyi durumda olduğumuzu söyleyemeyiz. Oysaki üzerinde yaşadığımız, nice kavimlere/medeniyetlere/kültürlere vatan olmuş Küçük Asya, bir bakıma dünyada eşine benzerine rastlanmayacak denli kendiliğinden bir müze vatan olma konumundadır. Prehistorik dönemlerden günümüze değin bu topraklar üzerinde kurulmuş medeniyetlerin zenginliği bu konuda iddialı ülkeleri bile kıskandıracak düzeydedir.
Ama ne var ki üzerinde yaşadığımız bu zenginliğin pek farkında değiliz. Ya da diğer söyleyişle, bu zenginliği gereği kadar değerlendiremiyoruz. Elbette ki, bu değerlendirememenin de, geçmişe duyulan ilgi ve bilgi yoksunluğundan, bu topraklar üzerindeki kimi medeniyetleri yadsımaya varan tutumlara dek çeşitli nedenleri var. Geçmişin değerlerine duyulan ilgisizliğe karşı ise; Heinrich Schlieman’ın Troia kazılarındaki konumuyla Osmanlının son dönemine, bir bakanın- bize Osmanlı eserleri yeter, diğerleri ise bizi ilgilendirmez - diye başlayan sözleriyle de Cumhuriyet dönemine bir gönderme yapabiliriz.
Durum böyle olunca, elbette ki müzeler açısından da pek iyi bir konumda olmadığımız kendiliğinden ortaya çıkar. Hala bir Bizans müzesine sahip olmayışımız, koskoca bir Osmanlı İmparatorluğu’nun geçmişini ve zenginliğini bir Topkapı sarayının içine sığdırma gayretlerimiz, Tüm Küçük Asya’nın onca medeniyetlerini ise bir Arkeoloji Müzesi içinde sergileme kolaylığına kaçışımız, bizim yalnızca müzecilik karnemizin ne kadar zayıf olduğunu değil, aynı zamanda bu alanı ne kadar önemsediğimizi de ortaya koyar.
Buna karşılık, son yıllarda kimi kentlerimizde özel ya da butik müzecilik konusundaki hatırı sayılır çalışmalar, bir nebze de olsa bu konudaki beklentilerimizi giderecek bir ferahlık yaratır gibi oluyor. Birçok kentimizde özellikle de yerel yönetimlerin çabalarıyla ve daha çok da endüstriyel arkeoloji ürünleri olarak tanımladığımız gündelik yaşama ilişkin obje/nesnelerin müzeleri açılmaya başlandı. Buna örnek olarak da bir çok kentte karşılığını bulan şehir müzeleri ile, geçmişleri birkaç yıllık olan Malatya ilimizdeki fotoğraf ile radyo müzelerini gösterebiliriz.
Malatya’da, kişisel bir merak ve çaba ile toplanarak müze haline getirilmiş fotoğraf müzesinden söz etmiştik. Bu kez de yine - her yıl film festivali nedeniyle gittiğimiz- aynı kentteki Radyo Müzesi ile karşılaştık. Radyo müzesi, gerek konumu ve gerekse sergilediği eserlerin nitelikleriyle, bu konuda bir ilk olma özelliğini taşıyor. Her biri mücevher değerinde ve çok iyi kondisyonda olan yüzlerce radyonun yer aldığı müze, adeta bu sihirli kutunun geçmişinden günümüze dek gelen sürecini en özgün diyebileceğimiz örnekleriyle gözler önüne seriyor. Radyonun yanısıra, pikap ve gramofonların da yer aldığı bu müze, bir bakıma sesi yansıtan aletlerin zaman içinde geçirdiği değişim dönüşümleri de gösteriyor.
Müzeyi oluşturan radyoların -edindiğimiz bilgilere göre- Kilisli bir koleksiyoncudan çok ehven bir ücretle alındığı, sonrasında bir depoya konarak uzun bir süre bakımlarının uzman kişiler tarafından yapılıp tamir edildiği biliniyor.
Butik ya da özel müzeler arasında Radyo Müzesinin büyük bir önemi var. Daha doğrusu bu konuda, fotoğraf müzesi ile birlikte bir prototip oluşturuyor. Bu prototip ise; koleksiyoncularla yerel yönetimler arasında arzulanan ama nedense bugüne dek hep ıskalanan bir ilişkinin gerçekleştirilmiş bir örneği olmalarıdır.
Bu örnekleri çoğaltarak müzecilik karnemizi düzeltmek mümkün olamaz mı?