Rantabl olmayan futbolcu ya da Kemal Kılıçdaroğlu
Belki anımsarsınız, Sayın Kılıçdaroğlu’na beş yıl önceki seçimin ardından bu köşede bir mektup yazmıştım. Beş yıl sonra da değişen bir şey yok, o mektubu aynen yayınlasam olurdu ama yeni bir şeyler söylemenin daha uygun olacağını düşündüm. Yeni bir şeyler söylemek istiyorum ya, ele desem dört olur, içime atsam dert olur dedikleri gibi bir ikilem içindeyim de. Çünkü “özeleştiri” sözcüğünü dilimize sokan sol, özeleştiriyi sevmiyor artık.
Genel başkanlığa seçildiği günlerde Sayın Kılıçdaroğlu’ndan ben de çok umutlandım, çocuklar gibi sevindim. Hatta öyle heyecanlandım ki, genel başkan seçilmeden önce CHP’li milletvekili dostlarımı aradım; “Kemal Bey aidiyet etkilerinden kurtulup bir Türkiye lideri olabilecekse destekleyin!” dedim.
Yirmi dört kitabımın altısının konusu köyde ve gecekondularda geçer. Toprak Kovgunları’nda, Veresiye Defteri’nde, Bir Başka Şehir’de gecekonduları anlattım. Yazdığım ve uzun yıllar yaşadığım, şimdilerde de gidip geldiğim Mamak/Akdere gecekondularının fotoğraflarını da paylaşacağım sizinle. Bu insanları hem yazdım, hem politika konuştum. Mahallelilerimizle arada siyaset de konuştuğumuz, bir zamanlar ekmek kapımız olan bakkal dükkânımızın fotoğrafını da paylaşacağım. Bir bakkal dükkânında siyasetten söz açmak için ne çok bahaneler çıkar. Zeytine, peynire, şekere, yağa zam üstüne zam gelmiştir. Siyaset istemesen de konuşulur. Daha ilk kitabım çıkmadan önce, 1973 yılında, CHP’nin 50. yılı dolayısıyla partinin açtığı bir yazı yarışmasında ödül kazanan üç yazardan biri oldum, ilk edebiyat ödülümü Sayın Bülent Ecevit’in elinden 26 yaşımda aldım. Altını kazıyıp benim kim olduğumu anlamak isteyenler için buraya o ödülün fotoğrafını da koyuyorum. Bu ödül beni daha da bağladı partiye. Yaşadığım yoksul mahallelerin CHP’ye ihtiyacı olduğunu düşündüm. Köyde doğdum, gecekondularda büyüdüm. Halkı iyi tanıdığımı sanıyorum. Onlarla politika nasıl konuşulur biliyorum. Yıllardır her seçimde CHP için oy almaya çalıştım. Daha önce CHP’ye oy vermemiş sekiz on kişiyle konuşmuşsam en azından birini ikna ettiğimi görüyordum eskiden. Uzun yıllar az ya da çok bazı insanları ikna edebildim. Ama Kemal Bey’e gelince bir şeyler oldu bu halka, oy alamaz oldum. Anlatıyorum, bu iktidar şunları şunları yaptı, diyorum. Şunları şunları da yaptı… Şunları da… Tamam âbi diyor karşımdaki, saygıyla dinliyor. Haklısın diyor, haklısın, itiraz etmiyor. Nasıl itiraz etsin? Et vezir olmuş, ekmek padişah… Hatta iktidarın bir iki hatasını da karşımdaki söylüyor. Küpünü dolduranları anlatıyor. İyi güzel… Ama sonunda konuşma hep şöyle bitiyor:
-Tamam, haklısın da âbi kime oy vereceksin, gene bunlara vereceksin.
Kılıçdaroğlu zamanında ne çok duydum bu sözü:
- Tamam âbi haklısın da, kime oy vereceksin, gene bunlara vereceksin!..
Daha genç olduğum yılların tersine, şu olgun yaşımda CHP’ye tek bir oy alamaz oldum. Nitekim dört partinin desteğiyle ancak alınabilen %25 oy bunu gösteriyor. Bu oylar sayesinde CHP’nin sırtından 40 Fetöcü de ayrıca Meclis’e girdi. Bunlar gerici bir anayasa için hazır bekliyorlar. Bu %25 ile CHP Meclis’e ikinci bir İslamcı parti soktu.
Vaktiyle bir TV kanalında Mustafa Denizli’nin bir söyleşisini dinlemiştim. Rantabl olmayan bir futbolcu tipinden söz etmişti. Şöyle anlattı bu tip futbolcuyu: Sahanın her tarafına koşar, ileri gider, geri gelir, çalışır çabalar, ama ne bir gol pası verir, ne gol atar, sonucu etkileyecek bir hareketi olmaz. Sayın Kılıçdaroğlu da böyle bir futbolcu sanki, ileri geri kan ter içinde koşup duruyor, ama sonucu etkileyemiyor, sonuç hep yenilgi. Liderliği mi beğenilmedi, fikirleri, politikası, ideolojisi mi tutmadı, konuşmaları mı sevilmedi? Bunlar konuşulmalı elbette. Her kütüğe karınca toplanmaz derler, liderlik böyle bir şey belki de…
Bu seçimlerle ilgili gözlemlerimi de yazayım kısaca: Bir ara şu fotoğraflarda gördüğünüz gecekondulardaki izlenimlerime de bakarak iktidar değişebilir diye düşündüm. Halkın en az % 60’ı bu iktidar gitsin diyordu. Et vezir, ekmek padişah olmuş, demez mi!.. Bu %60’ın %45’i nefret derecesinde istiyordu bunu. Kılıçdaroğlu, bu iktidar gitsin diyen toplam %60’ın oyunu alamadı, nefret edenlerin oyunu alabildi sadece. O nefret edenlerin oyunu da kimi koysanız alırdı. Bu başarı olarak görülmemeli.
CHP neden kaybetti onu da yazayım: Kılıçdaroğlu insanlara iki ucu pislikli bir değnek sundu, değneğin bir ucunda PKK-FETÖ vardı, öbür ucunda malum taraf… Molla tencerelerinin, müftü kazanlarının dolduğu bir taraf… Çoğunluk bu malum tarafı malum olduğu için seçti, öbür tarafı meçhul gördü, güvenmedi. Sık sık “Biz artık Atatürk’ün partisi değiliz” demeye getiren, Atatürkçülerin harcanıp, Abdüllatif Şener, Bekaroğlu, Cihangir İslam, Yüksel Taşkın’ların doldurulduğu CHP gerçekten meçhul bir kuruluş halini aldı.
Şöyle diyenler olacaktır. CHP zaten seçimlerde hep böyleydi… Hayır, hep böyle değildi… 1960’tan sonra CHP defalarca birinci parti çıktı. Birinci parti olmak çok önemlidir; bizim düşüncemiz çoğunlukta, biz çoğuz anlamı taşır. Kimsenin şeriat şu bu gibi düşünceler aklından geçmez. Evet, geçmişte bu parti defalarca birinci parti olarak çıktı seçimlerden, birkaç kez de hükümet kurdu. Hiçbir parti, hiçbir lider CHP’nin karşısında on yıldan fazla dayanamadı. Ancak şu 22 yıl işler çok uzadı, üstelik önümüzde bir beş yıl daha var ki, daha da uzayacak.
Değişim diyeceğim kısaca dostlar, ama liderden başlayarak…
Eğer eleştirilere, tepkilere parti kulak asmazsa, genel başkan kulak asmazsa, bundan sonra bu halk ne diyecektir biliyor musunuz:
-Bırak sarhoşu yıkılıncaya dek gitsin!..
Böyle denirse çok kötü… Umarım ve dilerim, yüz yıllık çınar, bir sarhoş gibi gözümüzün önünde yıkılmaz.
Biliyorum, Kemal Bey’in canı çok sıkkın, ilk günler durumun vahametini anlayamamış gibi yüzü gülse de, ikinci lig takımlarının başarılarını kutlasa da, canı sıkkın… Bir de bizim genzine üfürmemiz hoş olmadı, biliyorum... Kızacaklar bana, varsın kızsınlar… Ben o gözleri küllenmiş kalabalıklardan olamam, farklı düşünür, farklı söylerim; gözsüz alkışçı olamam, aminci olamam. Çünkü dostum ben, dost acı söyler.